r2IN6. Sözün hemen başında şunu ifade edelim,“Müslüman’ın kitabında ümitsizlik/ Ye’is yoktur!”Kur’an da, Yeis’ ile ilgili beş ayet bulunuyorYusuf Suresi 87. Ayette şöyle buyruluyor;“Oğullarım gidin de Yusuf ile kardeşinden duyarlı bir araştırmaylaBir haber getirin ve Allah’ın rahmetinden umut kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez.”Ye’is sözlükte, “umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü”Şems-i Tebrizi, 13. yy’da; sanki asrımıza/ asrımız insanına sesleniyor;“Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa şeytandandır. Ümit vermek Allah’tandır”Umutsuzluk, batının bu millet evladına takdığı kelelpçedir!Akif şiirinde, bu millete seslenecektir;“Korkma Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz;Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!”Akif’i dinlemeye devam edelim;“Feryad ile kurtulması me’mûl ise haykır!Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır!İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılmaEy millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.”Usta kalem Sezai Karakoç bu milleti uyanmaya davet eder;“Umutsuzluk yok. Gün gelir; gül de açar, bülbül de öter.”Umut, hayattır’ Umutsuzluk, ölümdür’Theoktritos ne güzel söylüyorlar;“Yaşayanlar için umut her zaman ölüler içindir.”İnancımız, durma, çalış’ diyor…Tıpkı, “rızık arayışı için kanat çırpan kuşlar misali!”Bakara Suresi 155. Ayette şöyle buyrulur;“Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan,Ürünlerden biraz eksiitmekle deneriz, sabredenleri müjdele!”İmtihanımızda, korku da, açlık da, sıkıntılar da’ olabilir!Burada, metanet gösterenler, sabredenler’ kazanıyorlar!Hayat hiçbir zaman, çekilmez’ mantığıyla düşünülmemelidir;Güzel görmek, güzel düşünmek; hayatı da güzelleştirir’Hz. Mevlana, “kahverengi dallardan pembe çiçekler açtığına göre,Ümitsizliğe gerek yok!”Ümitsizlik, şeytanın / nefsin beslediği; vesvesenin adı…’Allah bizleri, her türlü çirkeften ve vesveseden korusun’İç ve dış dünyamıza, sükûnet versin’Umutsuzluk, asık surat’ olarak tarif edilebilir!Umut, o kadar güçlü bir moral gücüdür ki,“Umut, en çaresiz olduğunuz anlarda bileNeşeli olabilme gücü verir insana!”Hayatı, büyük idealleri, umutla yaşayacaksınız’“niyet hayır, akıbet hayır!”Bu söz de, bu ifadelerde; hayatın kendisi’ okunur!Bu ifadeler, insana yaşama gücü/ veya zevji verir’Hicr Suresi 55 ayette, “Dediler ki Seni gerçekle müjdeledik;Öyleyse umut kesenlerden olma!”İsra Suresi 83. Ayette de, “insana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizerOna bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa düşer”Umut, insanı hayata bağlar’Umut, insanın erdemli işler yapmasına psikolojik moraldir’Âmin Maalouf öyle farklı bir ifade kullanırlar ki,“Umutsuzlukta haklı çıkacağınıza umutta yanılalım.”İnsanı, yaşatan ve hayata bağlayan’ umuttur…Bir büyük zat ne diyorlar;“Yeis, en dehşetli bir hastalıktır ki, alem-i İslamın kalbine girmiş.”Bediüzzaman da şöyle der;“insanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir!”Ne diyorlar?“Umutsuzluk yok, dua etmek yok, sabretmek diye bir şey yok, çünkü Allah var.”Kendimizi, başarıya…’ hazırlayacağız!Şöyle kendi iç dünyamıza dönelim;“İnsanın kalbinden daha büyük bir çöl,Daha büyük bir göl var mı?Ah işte ah. Yangın da orda yağmur da…”Sizler neleri talep ederseniz, ona ulaşırsınız!Niyetler, dilekler ve âminler; birleşen bir doğru olsun…Cüneyt Kahraman bakınız ne diyorlar?“umutsuzluk ve karamsarlık bugün düşmandan,Daha çok düşmandır bizlere…”Büyük Sahabe Hz. Ali şöyle der;“Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmak,Günahkâr olmaktan daha tehlikelidir”Hadis, “Rızkın için üzülme! Takdir edilen rızkın seni bulur”Ayet, “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret,Ve kudret sahibi olan ancak Allah’tır.” Zariyat, 58Ye’is/ ümitsizlik zincirlerini kıracağız…Şems-i Tebrizi, 13. yy’da; sanki asrımıza/ asrımız insanına sesleniyor;“Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa şeytandandır. Ümit vermek Allah’tandır” Meallerdeki sıralama bir tercih sıralaması değil alfabetik sıralamadır. Ziyaretçilerimiz takip etmek istedikleri mealleri sol sütundan seçerek ilerleyebilirler. Tercihlerinin hatırlanması için "Tercihimi Hatırla" tıklanmalıdır. İnne nâşi-ete-lleyli hiye eşeddu vat-en ve akvemu kîlânŞüphe yok ki geceleyin kalkmak, pek meşakkatlidir, fakat ibadet için de gece, pek uygun. Şüphesiz gece neş’esi insanın biraz uyuyup dinlendikten sonra kalkıp ibadete yönelmesi, gönül lezzeti bakımından; beyin, beden ve ruh arasında tam bir uyum ve huzur sağlamak ve etkili olmak açısından daha sağlamdır, şuurlu bir okuyuşa ve kavrayışa daha elverişli bulunmaktadır. Ve gerçek şu ki, gece vakti zihin daha zinde ve daha güçlü olur ve okuma da berraklaşır yani gündüz için malzeme hazırlanmış kalkarak yapılan ibadet, ilmî çalışma, gündüz yapılandan daha etkili, daha kalıcı, daha samimidir. Kur'ân daha iyi anlaşılır. Söz daha güzel söylenir, daha iyi dinlenir, daha derin manalara nüfûz gece kalkışı etki bakımından daha kuvvetli ve okuma bakımından da daha gece neşesi gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha ki gece ibadet için yatağından kalkan kişi, neşe bakımından daha kuvvetli, Kur'an'ı okuyuş bakımından da daha gece saatlerinde olan işler, kalbe daha iyi oturur ve gece sözleri daha düzgün ve sağlam Birazı hariç, geceleyin kalk! Tam gece yarısı, biraz erken, biraz geç kalk ve Kur'ân'ı ağır ağır oku! Sana sorumluluğu ağır bir söz vahyedeceğiz. Çünkü gecenin değerlendirilmesi daha oturaklıdır ve söz daha etkilidir. Gündüzleri senin için uzun bir meşguliyet olacaktır. Rabbinin adını an, bütün benliğinle kendini O'na ver![689][689] Kur’ân’ın ne zaman ve nasıl okunacağı hakkında bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XX, geceleyin kalkmak, çok daha güç, sözce daha da uygundurDoğrusu gece vakti motivasyon bakımından zihin gündüzden daha zinde olur. Okunanlar daha da berraklaşır derin anlamlara nüfuz eder.Gice hulûl itdiği zamân, hareket için daha ziyâde kuvvet ve sözlerde daha ziyâde metânet gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha gece ibadetinin etkisi daha fazla, bu ibadetteki sözler Kur’an ve dua okuyuşlar ise daha düzgün ve gece kalkışı, kalp ve uzuvlar arasında tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha gece kalkıp meditasyonda bulunmak çok daha etkili ve ifade açısından daha gece kalkışı hem daha etkili, hem de söz bakımından daha gece neş'esi hem daha dokunaklı hem deyişce daha sağlamdırKuşkusuz gece, bir oluşu gerçekleştirmek için söz¹ bakımından daha etkilidir. 1 – gece yatağından ibâdete kalkan nefs yok mu? o, hem uygunluk i'tibariyle daha kuvvetlidir, hem kıraatçe daha ki gece kalkışı, Kur'ân'ı anlamada kalbe alabildiğine uygun ve kırâate daha inşaası, sözün düşünülmesi için zaman olarak daha uygun ve söz daha güçlü yalvarı için daha uygun, okumak için de daha kalkmak daha ziyade külfetlidir [⁵]. Kıraati ise daha dürüsttür [⁶].[5] Çünkü gece namazı gündüz namazından daha güçtür, Yahut sebatı daha ziyadedir, çünkü gündüz dünya işleriyle ibadetten uzak olabilir. Gece böyle değ... Devamı..Muhakkak ki gece kalkışı, daha etkili ve okumak için daha uyanmak ibadet dünyasına adım atmak bakımından daha metanetli, söz bakımından da daha görevi başarabilmek için, öncelikle kendi iç dünyanda büyük bir devrim gerçekleştirerek kalben tam bir güvene ulaşman, sarsılmaz bir imana ve derin bir bilince sahip olman gerekiyor. Bunun tek yolu da, gecenin dingin vakitlerinde Kur’an’la birlikte olmaktır. Çünkü geceleyin kalkıp Kur’an okumak, gündüzkine nazaran daha dokunaklı, daha etkileyicidir ve bu tarz bir okuyuş, daha akılda kalıcı, daha sağlam ve daha verimli kalkışları, hem etki bakımından en şiddetli, hem de deyiş bakımından en elverişlidir / gece işi daha dingin, daha etkin olur. Gerçekten de, geceleri kalkıp okuman, tefekkür etmen, okuduklarını özümseyerek sindirmen açısından daha ki gecenin inşası daha kalıcıdır; sözü de daha gece ibâdetinin neşesi çok daha samimî, okunanı anlama bakımından çok daha Söyleyiş ve anlayış cihetiyle gece meydana gelen hâdise daha sağlamdır. Kelâm daha iyi söylenir ve duyulur, gürültüler kesilmiş bulunacağından kıraa... Devamı..[ve] gerçek şu ki, gece vakti zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır, ⁴4 Lafzen, “okuma daha etkili ve daha sağlam olur”.Şüphesiz gecenin sakinliği ve sessizliği vahyi anlaman için daha etkilidir. 76/26elbet şu gece dirilişi[⁵³⁷⁸] var ya işte o pek derin bir iz bırakır[⁵³⁷⁹] ve okuyuş açısından daha bir etkilidir;[⁵³⁸⁰][5378] Gece kalkışı, bir bakıma “gece dirilişi”dir. Nâşie, ölü toprağın canlanıp yeşermesini ifade eder. Kur’an, kuraklığın ardından yağan rahmet gibi... Devamı..Şüphe yok ki, geceleyin kalkış, o daha muvafıktır ve kıraatca da daha ki geceleyin kalkıp ibadet etmek daha tesirlidir ve Kur'ân okuyuşu bakımından daha düzgün, daha sağlam bir tilavet sağlar. Önceki âyetlerde emredilen uzun ibadetler, bu ağır yüke tahammül gücünü geliştirmek içindir. İlahî vahyi Hz. Peygamberin alması ağır olduğu gibi, o em... Devamı..Gerçekten gece kalkıp ibadet etmek daha oturaklı ve geceleyin söz du'a daha ortamı daha etkili ve o sırada okuma daha kalıcı uyanıklığı daha etkili ve okuyuş için daha ki, gece ibadeti daha etkili, gece okuması ise daha doğru ve bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma bakımından daha güçlü, söz bakımından daha gice śa'atları ol ķavıraķdur muvālıķ olmaķdın yaña daħı ŝābitirekdür sözdin gice sāatlerinüñ külfeti aġırdur ve gice‐y‐ile oḳumaḳ ki, gecə namaz qılmaq üçün qalxmaq çox çətin olsa da daha əlverişli və o zaman söz demək Qur’an oxumaq, dua etmək daha münasibdir!Lo! the vigil of the night is a time when impression is more keen and speech more the rising by night is most potent for governing the soul, and most suitable for framing the Word5758 of Prayer and Praise.5758 For contemplation, prayer, and praise, what time can be so suitable as the night, when calm and silence prevail, the voices of the marketplace ar... Devamı.. Sözüme Şeyh Sadi’nin bir sözüyle girmek istiyorum; “En korkulu anlarda bile, ümidini kırma, Unutma ki iliklerin en lezzetlisi en sert kemikte bulunur!” Yaşıyorum, “o halde varım!” diyeceksiniz! Ye’is sözlükte, “umutsuzluktan doğan karamsarlık, umutsuzluk, üzüntü” Şems-i Tebrizi, 13. yy’de; sanki asrımıza/ asrımız insanına sesleniyor; “Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma. Umutsuzluk şeytandandır. Ümit vermek Allah’tandır” Umutsuzluk, batının bu millet evladına taktığı kelepçedir! O zincirleri de kıralım! Akif şiirinde, bu millete seslenecektir; “Korkma Cehennem olsa gelen, göğsümüzde söndürürüz; Bu yol ki Hak yoludur, dönme bilmeyiz, yürürüz!” Hz. Ömer, “Bir şeyden ümitsiz olan, ondan uzak olur!” Hayatımız boyunca, ümit var olacağız!’ Akif’i dinlemeye devam edelim; “Feryad ile kurtulması me’mûl ise haykır! Yok, yok! Hele azmindeki zincirleri bir kır! İş bitti… Sebâtın sonu yoktur!’ deme, yılma Ey millet-i merhûme, sakın ye’se kapılma.” Usta kalem Sezai Karakoç bu milleti uyanmaya davet eder; “Umutsuzluk yok. Gün gelir; gül de açar, bülbül de öter.” Umut, hayattır’ Umutsuzluk, ölümdür’ Theoktritos ne güzel söylüyorlar; “Yaşayanlar için umut her zaman vardır. Umutsuzluk, ölüler içindir.” İnancımız, durma, çalış’ diyor… Tıpkı, “rızık arayışı için kanat çırpan kuşlar misali!” Bakara Suresi 155. Ayette şöyle buyrulur; “Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, Ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz, sabredenleri müjdele!” Hayat imtihandır… Bazen sıkıntılar üzerimize gelir! Sabrı boğazlayacakmış gibi olur! İmtihanımızda, korku da, açlık da, sıkıntılar da’ olabilir! Burada, metanet gösterenler, sabredenler’ kazanıyorlar! Hayat hiçbir zaman, çekilmez’ mantığıyla düşünülmemelidir; Güzel görmek, güzel düşünmek; hayatı da güzelleştirir’ Hz. Mevlana, “kahverengi dallardan pembe çiçekler açtığına göre, Ümitsizliğe gerek yok!” Ümitsizlik, şeytanın / nefsin beslediği; vesvesenin adı…’ Allah bizleri, her türlü çirkeften ve vesveseden korusun’ İç ve dış dünyamıza, sükûnet versin’ Umutsuzluk, asık surat’ olarak tarif edilebilir! Umut, o kadar güçlü bir moral gücüdür ki, “Umut, en çaresiz olduğunuz anlarda bile Neşeli olabilme gücü verir insana!” Hayatı, büyük idealleri, umutla yaşayacaksınız’ “niyet hayır, akıbet hayır!” Bu söz de, bu ifadelerde; hayatın kendisi’ okunur! Bu ifadeler, insana yaşama gücü/ veya zevki verir’ Hicr Suresi 55 ayette, “Dediler ki Seni gerçekle müjdeledik; Öyleyse umut kesenlerden olma!” İsra Suresi 83. Ayette de, “insana bir nimet verdiğimizde sırt çevirir ve yan çizer Ona bir şer dokunduğu zaman da umutsuzluğa düşer” Umut, insanı hayata bağlar’ Umut, insanın erdemli işler yapmasına psikolojik moraldir’ İnsanı, yaşatan ve hayata bağlayan’ umuttur… Bir büyük zat ne diyorlar; “Yeis, en dehşetli bir hastalıktır ki, âlem-i İslam’ın kalbine girmiş.” Bediüzzaman da şöyle der; “insanları canlandıran emeldir, öldüren yeistir!” Ne diyorlar? “Umutsuzluk yok, dua var. Acele etmek yok, sabretmek var. İmkânsız diye bir şey yok, çünkü Allah var.” Kendimizi, başarıya…’ hazırlayacağız! Şöyle kendi iç dünyamıza dönelim; “İnsanın kalbinden daha büyük bir çöl, Daha büyük bir göl var mı? Ah işte ah. Yangın da orda yağmur da…” Sizler neleri talep ederseniz, ona ulaşırsınız! Niyetler, dilekler ve aminler; birleşen bir doğru olsun… Cüneyt Kahraman bakınız ne diyorlar? “umutsuzluk ve karamsarlık bugün düşmandan, Daha çok düşmandır bizlere…” Büyük Sahabe Hz. Ali şöyle der; “Allah’ın rahmetinden ümitsiz olmak, Günahkâr olmaktan daha tehlikelidir” Hadis, “Rızkın için üzülme! Takdir edilen rızkın seni bulur” Ayet, “Şüphesiz ki rızık veren, mutlak kudret, Ve kudret sahibi olan ancak Allah’tır.” Zariyat, 58 Ye’is/ ümitsizlik zincirlerini kıracağız… Şems-i Tebrizi, 13. yy’de; sanki asrımıza/ asrımız insanına sesleniyor; “Kalk, silkelen, kendine gel. Umutsuzluğa sarılma. Umutsuzluk şeytandandır. Ümit vermek Allah’tandır” Umuda ne zaman yürüyüş başlar; “kalplere güven doğunca!” Hölder, “tehlike büyüdükçe, ümit de büyür!” İnsanları hayata bağlayan, inancı, morali, emelidir’ Öldüren, sinsi bir hastalık olarak bilinen, “Ümitsizliktir!” Acıların, sıkıntıların, sarsıntıların merhemi, “UMUT’TUR…” Bizler, umulmayanı…’ umutla buluruz! Eflatun, “Bütün yıldızlar sönse ve her şey kararsa; İnsanın ruhunda tek bir yıldız parlamaya devam eder. Bu, ÜMİT YILDIZIDIR! İnancım, zor günler geçecek’ Tıpkı, baharın içimize sinen sıcaklığı misali… LUGGAT OSMANLICA TÜRKÇE SÖZLÜK { lügât . lügat . لغت } Arapça ve Farsça yazımları, Osmanlıca okunuşları ve detaylı açıklamaları ile birlikte. a'sar-ı tavile / a'sâr-ı tavîle Uzun / a'zâ / اَعْضَا Uzuvlar, organlar, üyeler. külli / abd-i küllî / عَبْدِ كُلِّي Umum kâinatın ibadetlerini temsil eden Uzun uzun Üşüme, soğuktan üşüme. Farsçaadab-ı umumiye / âdâb-ı umumiye Umumi ahlâk inzar Uyarmama, ikaz itilaf / adem-i itilâf Ülfetsizlik, riayet / adem-i riâyet / عدم رعایت Uymama..adem-i te'lifiyet / adem-i te'lîfiyet / عدم تأليفيت Uzlaşamama, bir araya ülfet Ülfetsizlik, alışılmamış / âdet Usul, görenek, alışılmış davranış. Huy, tabiat. Toplumda nesiller boyunca uyulan ve kamuoyunda umumî efkârda saygı ve müeyyideye sahip hareket kaideleri Sosyoloji. İslâm cemiyetinde âdetler de İslâmî olur, İslâma uygun olur. Müslüman, İslâma aykırı âdetlere uymaz. Cemiyetin yabancı âdetlerle bozafak / âfâk / آفاق / اٰفَاقْ Ufuklar; dış dünya, gözle görülen âlemler. Ufuklar, taraflar, yönler. Ufuklar. Arapça Ufukları tutmuş, âleme yayılmış, şâyi, çok Un helvası. Farsçaagah / âgâh / آگَاهْ Uyanık, aklı başında. Uyanık, basiretli haberdar. Uzun ve sarkık / âheng Uygunluk ve / âhengdâr / آهنگدار Uyumlu. Farsçaahenggüzar / âhenggüzâr / آهنگ گذار Uyumlu, ahenkli. Farsçaahenk / âhenk Uygunluk. Uyum, / ahenkdâr / âhenkdâr / آهنگ دار Uygun, düzgün, âhenkli, makamlı. Farsça Uyumlu, ahenkli. Farsçaahkab Uzun umumiyye / ahkâm-ı umûmiyye Umûmî ameli / ahlâk-ı amelî / اخلاق عملى Uygulamadaki ahlak Uyuz Uzun ücret / اَخْذِ اُجْرَتْ Ücret alma. Ücret ücret etme Ücret / âkıl Uyanık. Aklı başında. Tedbirli. Düşüncesi sağlam. / aksâ / اقصى Uzak, en son. Arapçaaksa-yı emel / aksâ-yı emel / اقصای امل Ülkü, garb Uzak garp, uzak şark / aksâ-yı şark / اقصای شرق Uzak Doğu. Çin, Japonya gibi yerler. Uzun / alâ / على Üst, üzere. Üst, üstü, üzeri. Arapçaalamat Uzun ince bir cins balık. Hint denizinde çok olur ve yılana benzer.alavechi / alâvechi / علِى وجه Üzere. Arapçaalavefk / alâvefk / على وفق Uygun olarak. Arapçaalcem Uzun boylu, / ale'l-usûl Usûl üzere. Usûle göre, Umumiyetle. Mutlaka. Bir suretle kayıtlı olmayarak. Mingayri / alelusûl Usûl üzere; belli bir usûl ve metoda uyggun olarak. Usûlen, öylesine, özen anasır / âlem-i anâsır Unsurlar âlemi; elementler, atomlar hab / âlem-i hâb Uyku ve rüyâ âlemi. Bazan âlem-i mâna, âlem-i misal, âlem-i nevm gibi tâbirler de menam / âlem-i menâm Uyku âlemi, rüyâ âlemi. Uyku âlemi, rüya sahve / âlem-i sahve Uyanıklık âlemi, yeniden kendine geliş ulvi / âlem-i ulvî Ulvi âlem, ruhlar yakaza / âlem-i yakaza Uyanıklık Uzun uzadıya, mufassal Üstün. Yüce. Çok büyük. Meşhur. Üzüntülü, kederli, ıztırab ümmet / allâme-i ümmet Ümmetin büyük Uzun, iri yarı / ameliyât Uygulamalar, tatbikler, / âmiz-gâr Uygun, münâsib, yaraşır. Farsçaamiziş / âmiziş Uysallık, imtizaç, uyuşma. Farsçaamm / âmm Umumi, genel. Umumî, / âmme / عَامَّه Umumi olarak, herkese ait olarak, genel Üzerinden üzümü alınmış üzüm / anâsır / عناصر / عَنَاصِرْ Unsurlar, elementler. Unsurlar, elemanlar, kavimler. Unsurlar. Unsurlar, elemanlar. Arapça külliye / anâsır-ı külliye / عَنَاصِرِ كُلِّيَه Umûmi Ünsiyet etmek. Karşılıklı görüşmek, arkadaş olmak, yakınlık göstermek. Vahşetin zıddıaneşneş Uzun Ucu demirli uzun ağaç, ki asâdan uzun, süngüden kısa olur.angarya / آنْغَارْيَه Ücret vermeden gördürülen iş. Ücretsiz yaptırılan / âr / عار Utanma. Utanma, mahcubiyet. Utanılacak şey. Ayıp. Şiyb. Şerm. Haya. Utanma. Utanma, ar. Arapçaar ü namus / âr ü namus Utanma, haya ve Ufak çocuklara yedirilen besleyici bir cins nişasta ki, Amerika'da hasıl olan bir kökten / آرد Un. Farsçaarık Uykusuz kimse, uykusuz olma Uyuz Ülker yıldızının altında yer alan bir yıldız Uzun zaman ıztırab, elem Üreticinin piyasaya belli fiyatla mal sürmesi ve tüketicinin de piyasadan mal çekmesi / âsal tavile / asâr-ı tavîle Uzun asırlar, meş'eme Uğursuz, şerli kişiler, meymene Uğurlu kişiler, iyi yemin Uğurlu, meymenetli Uygun, Üzüm ve benzeri şeyleri şıra yapmak veya yağını almak için Üzerine bir yıl geçtiği hâlde hâmile olmayan dişi Üzüm Üstü ipek altı pamuk Ud çalan ümmet / avâm-ı ümmet Ümmetin avam Uzun hurma Uluyan. Uzun hurma ücret Ücretin tâ Uzun Uzun / âzâ Üye. Uzuvlar, organlar, üyeler. Uzuvlar, ünvan Ünvanın Uzak merâ, otlak ve Ucu sivri bir aletle delinmiş olan. Farsçabaharet Üstünlük, bikeran-i zaman / bahr-ı bîkeran-i zaman Uçsuz bucaksız olan zaman / baîd / بعيد Uzak. Uzak, ırak. Uzak. Arapçabala-bülend / bâlâ-bülend Uzun boylu. Farsçabala-yı bülend / bâlâ-yı bülend Uzun / bâlâbülend / بالابلند Uzun boylu. Farsçabalanişin Üstte, yukarıda oturan. Farsçabaliğ / bâliğ Ulaşan, olgunlaşmış, yetişmiş, Uydurma bir kelime olup "matbuat" yerine kullanılır. Gazete, mecmua gibi belli zamanlarda çıkan matbuatın Uzak Üzüm sıkıntısı. Kaynatıp koyarlar ve köpüklenir.bed-üslub / bed-üslûb Üslûbu fena; tavrı, gidişi kötü. Farsçabelağat-i eda / belâğat-i edâ Üslup ve ifadedeki Üzerinden yol geçen am / belvâ-yı âm Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan Ufak çocuğu annesinin sırtına bağlamağa yarıyan göğüs kuşağı. Farsçaberarende Üste getiren, üzerine çıkaran. Farsçabermucib-i / bermûcib-i / برموجب Uyarınca, gereğince. Farsça - Arapçaberşa' Uzun boylu, iri gövdeli ahmak Ümmet. Bir peygamberin tebliğ ettiği dine ve kitaba iman eden cemaat. Farsçabesa' Ülfet, alışma, Uzunluk, bolluk, genişlik. Yaygın Üstünlük, galibiyet, galib / بوليه Üroloji. Arapçabeynelmilel / بين الملل Uluslararası. Arapçabeynülmilel / بين الملل Uluslararası. Arapçabi-dari / bî-darî Uyanıklık. Utanmaz. Farsçabiçaregan-ı ümmet / bîçâregân-ı ümmet Ümmetin çaresizi, / bîdar / bîdâr / بيدار Uykusuz, uyumayan. Uyanık. Farsça Uyanık. Farsçabidar-dil / bîdar-dil Uyanık, aydın. Farsçabifütur / bîfütûr / bîhayâ / بى حيا Utanmaz, hayasız. Farsça - Arapçabihteri / bihterî Üstünlük, en iyi ve üstün olma. Farsçabil'imtisal Uğurlu olarak, Uyarak, imtisal / bilâhicap Utanmadan; Üstünde birleşmekle, anasır / bilisan-ı anâsır Unsurların, elementlerin Üzerine / بناءً / bînisyan Unutmaksızın, unutmadan. lebun Üç yaşına girmiş dişi sülüs Üçte Üzüm salkımı. Farsçabirsa' Uzun boylu, Ünlü bir devlet / بُعْدْ Uzaklık. Uzaklık, aralık, boyut. / بعدیت / بُعْدِيَتْ Uzaklık. Uzaklık, mesafe. Arapça / bûd / bûdiyet Ufak / bülendbâlâ / بلندبالا Uzun boylu. Farsçaburhan-ı külli / burhân-ı küllî / بُرْهَانِ كُلِّي Umûmî Üst dudakta fazlalık olarak sarkık deri Üst dudağın ortasından dışarı taşan et parçası. Uydurma, samimi olmayan, sahte, düzme ve / çâbüksüvar / چابك سوار Usta binici. Farsçacahız / câhız Ünlü bir / câiz / جائز Uygun. Arapçacast Üzüm teknesi. Üzümün sıkıldığı yer. Farsçacazi' Üzüm çardağının üzerinde enine konulan, üzerine de üzüm çubukları serilen Üstünde birşey düzeltilen / cefâ / جفا Üzme, eziyet etme. Arapça Cefâ çekmek Cefaya katlanan, üzülen. Arapçacefacu / cefâcû / جفاجو Üzen, cefa eden. Arapça - Farsçacefadide / cefâdîde / جفادیده Üzülmüş, cefa çekmiş. Arapça - Farsçacefakeş / cefâkeş / جفاكش Üzülen, cefa çeken, eziyete katlanan. Arapça - Farsçacefla Umumi / celâbib Uzun ve geniş örtü, manto. Cilbâb'ın / celâdet Ululara karşı gösterilen / celâl / جلال Ululuk. Arapçacelb-i suret Uzakta olan bir şeyin sûretini resmini yanına / celîl / جليل Ulu. Arapçacemre-i salise / cemre-i sâlise Üçüncü cemre ki, toprağa Uyuz Uyuz hastalığına tutulmuş olan, Uyuz Uyuz hastalığı, Uyuz hastalığına tutulmuş kimse, uyuz kişi. Farsçacerib Uyuz hastalığına tutulan. Uyuz marazına tutulmuş olan. muvafık Uygun Uzun ayaklı feza Uzay / cevvifezâ seza / cezâ-yı sezâ Uygun Ucunu bir kazığa bağlayıp bir ucunu da beline bağlayıp kuyuya inilen / cidâl Uğraşma, selase / cihat-ı selâse / cihât-ı selase Üç yön. Üç uzunluk En, boy, imtiyaz Üstünlük yönü, üstünlük muvafakat Uygunluk rüchaniyet Üstünlük rüçhaniyet Üstünlük yönü, tercih tefevvuk Üstünlük tercih Üstünlük yönü, tercih / cilbâb Uzun ve geniş örtü, manto. Çoğulu Celâbîb' Üzüm çubuğundan kestikleri amme / cinayet-i âmme Umuma karşı işlenen Ucu temrenli bir çeşit Uzayda yer dolduran / cündî / جندی Usta binici. Arapçacürsun Üzerine binâ yapmak için duvardan dışarı uzattıkları Uçurum, Uykuda gelen ağırlık, üstadane / daavât-ı üstadâne Üstadımın / dâder-ender Üvey kardeş. Farsçadafi' / dâfi' / دافع Uzaklaştıran, defeden. Arapçadağ-dar eyler Üzer, acı ve keder Üzüntülü, / dâhî Üstün Ülke sınırlarının Üstün yetenekli afak / daire-i âfâk Ufuklar dairesi. Çok geniş ve büyük dâire, ufuk Ufuk tefevvuk / dâiye-i tefevvuk Üstünlük umur Üzerinde gayet dikkatle durulması lâzım gelen işlerin ince ve mühim noktaları. Farsçadaniş-gede / dâniş-gede / dânişgâh / دانشگاه Üniversite. Farsçadar-ı ücret / dâr-ı ücret Ücret Üniversite. 1 Ağustos 1933'de İstanbul Dâr-ul Fünunu yerine Üniversite kurulmuştur.darame Ucu ateşli kuru ot ve / dârü'l-fünun / dârü'l-ücret Ücret ve mükafat / dârü'l-ücret ve mükâfat Ücret ve ödül / dârülfünun / دارالفنون Üniversite. Üniversite. Arapçadef ve tard etme Uzaklaştırma ve / دفع Uzaklaştırma. Arapça Def' edilmek Arapça Uzaklaştırılmak. Arapça Giderilmek. Arapça Def' etmek Arapça Uzaklaştırmak. Arapça Gidermek. Arapçadef'etmek / dehâ Üstün Uyanıklık, zeki ve çok akıllı oluş. Farsçadehan-ı teng / dehân-ı teng Ufak ağız. Dar / dehşetengîz / دهشت انگيز Ürkünç, dehşet verici. Arapça - Farsçadekk Ufalanma, parça parça olma. selase / delalet-i selâse Üç çeşit delâlet. Bunlar da Delâlet-i mutabıkıye, delâlet-i tazammuniye, delâlet-i Delalet-i mutabıkıye Bir kelâmın vaz'olunduğu, yani kasdedilen mânanın tamanına delâletidir. Meselâ İnsan lâfzı, insanın tam mahiyeti olan, hayvan-ı natık, yani, konuşan hayat sahibi varlık mânasderaz / derâz / دراز Uzun, tavil. Farsça Uzun. Farsçaders-i ikaz Uyarı intibah Uyandırma / دَرْ عُهْدَه Üzerine Üzerine alma, eden Üzerine etme Üstlenme, yerine / دسترس Ulaşma, elde etmek. Farsça Destres olmak Ulaşmak, elde etmek. Farsça Destres olunmak Ulaşılmak. Farsçadevac Üste örtünecek şey. Yorgan. Farsçadevlet Ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî ü ikbal Ulviyet ve iyi Ummanda yetişen büyük bir dikenli ağacın suyudur ve sabun gibi kiri izâle Ülkenin dış işleriyle uğraşan Uzun zaman, uzun müddet, uzun. Farsçadıraz / dırâz / دراز Uzun. Farsça Uzun. Farsçadırazi / dırazî Uzunluk. Farsçadirektif Üst makamlardan, tutulacak yol üzerine verilen emirlerin tümü, hepsi. Talimat, emir. Nasıl, ne şekil olacağına çalışacağına dair emir. Fransızcadirhem Üç gramlık ağırlık Uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı / diyâr / دیار Ülke, yer. Ülke, topraklar, memleket. Arapçadiyar-ı baide / diyar-ı baîde Uzak diyarlar, Ulu / dûçâr / دچار Uğramış, yakalanmış, maruz kalmış. Farsça Dûçâr etmek Uğratmak, müptela etmek. Farsça Dûçâr olmak Uğramak, müptela olmak. Farsçadükas Ulaşmak, yakın / dûr / دور / دُورْ Uzak. Uzak. Uzak. Farsça etme / dûr etme Uzaklaştırma, etmeme / dûr etmeme Uzaklaştırmama, ü diraz Uzun Uzak gören. Uzağı gösteren âlet. Farsçadur-dest Ulaşılması zor şey, erişilmesi güç şey. Uzak, uzun. Farsçadur-nümay Uzağı gösteren. Farsçadur-nüvis Uzağı yazan. Telgraf. Farsçadura-dur Uzaktan uzağa. Uzak uzak. Uzun uzadıya. Farsçadürbin / dürbîn Uzaktan gören, / دُورْب۪ينْ Uzağı gösteren / durî / dûrî / دوری Uzaklık. Farsça Uzaklık. Farsçaduru' Uzak, ırak, / دستور Umumi ümmet / eâzım-ı ümmet Ümmetin ileri gelenleri, selase / eb'âd-ı selâse Üç uzaklık ki bunlar En, boy, yükseklik derinlik.ebh Unutulan şeyi Ürkmek. ümmet / ebrâr-ı ümmet Ümmetin iyileri. derda Uveymir adı ile de meşhurdur. Ashab-ı kirâmın âlim ve hakîmlerindendi. Peygamberimiz "Uveymir, Ümmetimin hakimlerindendir" buyurmuştur. Uhud'dan itibaren bütün muharebelerde bulunmuştur. 179 hadis rivâyet etmiştir. Hikmetli sözlerinden birisi şudur "Âlim olmayınca insan müttaki olamaz, bir âlim âmebu-l iber Utanmaz, edepsiz, hayasız Üst dudağında sarkık derisi / ecîr / اَجِرْ Ücret, karşılık. Ücretle çalışan, nefsini kiraya veren. Gündelikçi. Ücretle çalışan, ücretli işçi. Ücretle çalışan. Ücretle çalışma, hizmetkârlık. Türkçeecma Üstü açık Ücret, ulviye Ulvi yıldızlar. Büyük Uyuz hayvan veya selase nazariyesi / ecsâm-ı selâse nazariyesi Üç cisim ulviye Ulvi Uzun boyunlu adam.eda Üslup, / efâdıl Üstün nitelikli amme / efkâr-ı âmme / اَفْكَارِ عَامَّه Umuma âit / efkârıâmme Umumun fikirleri, halkın ümmet / efrâd-ı ümmet / اَفْرَادِ اُمّتْ Ümmetin bireyleri. Ümmetin Un helvası. Farsçaefsane / efsâne Uydurulmuş hikâye, engür Üzüm / اَهِلْ Uzman, becerikli, hüner Ustalık ve beceri sahv Uyanık iken hakikatlere görerek ulaşan Allah müsellesi / ehram-ı müsellesî Üçgen Uzun boylu ahmak Ucuzluk, ehvenlik, daha hafif, daha Ucuzluk. Ucuzluk, selase / eimme-i selâse Üç imâm. Fıkıh kitablarında ekseriyetle İmâm-ı A'zam, İmâm-ı Şâfi'i, İmâm-ı Malik için söylenir. Hanefi Mezhebine dâir mes'elelerin bahsolduğu kitablarda "Eimme-i Selâse"den maksad; İmâm-ı A'zam ile iki talebesi olan İmâm-ı Muhammed ve İmâm-ı Ebu Yusuf' selase / ekanim-i selâse Üç bilad / ekasi-i bilâd Uzak beldeler, en uzak kazibe / ekavil-i kâzibe Uydurma ve yalan Ufak dişli, küt Üzerine bir cismin hayalinin aksettirildiği saydam olmayan düz Üstüste pek çok giyinen adam.eksper Uzun tecrübe neticesi bir sahada ihtisas kazanan, meleke sahibi olan kimse. Fransızcael-emel Ümitvar olma, ümit ye's Ümitsizlik acısı. Ümidsizlik elemi, yeisten gelen selase / elsine-i selâse Üç lisan. Türkçe, Arapça ve Ülfeti fazla, herkesle konuşup görüşmeye alışık olan Uzun, Ümit, Üzeri toprakla sıvalı olan damlarda sıvanın altına konulan çalı, saz, talaş gibi şeyler. Farsçaenes Üns mânasına kullanılır ve vahşetin / engûr / انگور Üzüm. Farsça Üzüm. Farsçaenkaz-ı ümmid Ümit yıkıntısı, ye'se / erâcif Uydurma, yalan sözler. Uydurma Uzunluğuna yapılan Usta Uzun Üst dudağı beyaz olan umumiye Umumî, herkese ait erzaklar, / erzân Ucuz, pahalı Uzun yüzlü olmak. Sarkık / esâlib / esâlîb Üslûplar, tarzlar. Üslûplar, ifade Üsluplar, ifade / esâtir Uydurulmuş hikâyeler, / اسف / اَسَفْ Üzüntü, acı. Üzülme, hayıflanma. Arapça / esefnâk / اسفناک Üzücü. Arapça - Farsçaesher Uyanık Uzun boylu, iri mesture / esrar-ı mestûre Üzeri örtülü kalan Uzun ümmet Ümmet içinde takva sahibi Uzun feza Uzay na-layıka / etvar-ı nâ-lâyıka Uygunsuz ve münasebetsiz münasip Uygun / ezâ Üzme, Uzun ve ince Uzun / اذیت Üzme. Arapçaezlai / ezlaî Uzunca ve iri olan selase / ezmine-i selâse Üç dönem; geçmiş, bugün ve gelecek / fâdıl Üstün / fâik / فائق / فَائِقْ Üstün. Üstün. Üstün. Arapça / fâikiyet Üstünlük. Üstünlük, başkalarından farklı ve üstün / fâikiyyet / فائقيت Üstünlük. Kıymetlilik. Üstünlük. Arapçafak'e Uğur. Baht. Tali'.fart-ı zeka / fart-ı zekâ Üstün kan / fâsid kan Üç günden yâni yetmiş iki saatten -beş dakika bile az olsa- gelen kan, yeni başlayan baliğa, ergen olan için on günden çok sürüp, onuncu günden sonra gelen kan, yeni olmayanlarda kadınlarda âdetten çok olup on günü de aştığında âdetten sonraki gü nlerde gelen kan, hâmile ve âyise ihtiyar kadınfavina / favîna Ud-us salib dedikleri nesne ki iki sınıftır; biri erkek olup uzundur, biri dişidir ki ondan kısa olur ve ikisi de / fazîlet Üstün nitelik, külliye / فَضِيلَتِ كُلِّيَه Umumi olan değer ve / fazîletfuruş Üstünlük Üstünlük taslama, üstünlüklerini satmaya / fazîletmeab Üstün nitelikleri / fazîletperver Üstün nitelikleri Üstünlük, etmek Uğruna her şeyi gözden Ululuk, Ulu Üzüntü veya kızgınlıktan dolayı başını aşağı eğip, nereye gittiğini bilmeden Uygun, lâyık, münasib. Farsçaferamuş / ferâmûş / فراموش Unutma, hatırdan çıkarma. Farsça Unutma. Farsça Ferâmuş etmek Unutmak. Farsçaferc Üreme organı, Üç mil, beş kilometre veya dört saatlik mesafe, muhtelif mesafelere tekabül eden bir uzunluk Ümmet. Farsçafesad-ı ümmet / fesâd-ı ümmet Ümmetin fesada girmesi, bozulup iyi özelliklerini Uykudan me'mule / fevâid-i me'mule Umulan / فوق / فَوْقْ Üst. Üst taraf. Yüksek derece. Yukarı. Üst. Üst, üst taraf, yukarı maddî-manevî Üst. Üst. Üst, üstü. Arapça Ümid edilenin Umulmadık bir şekilde, beklenenin Umulanın, beklenilenin Umulanın / fevkanî / fevkânî / فوقانى Üst, üst tarafta, üstteki. Üstteki, yukarıdaki. Arapçafevkaniyet Üstünlük. Üstte, üst tarafta Üstte amm / feyz-i âmm Umumî, genel / fezâ / فضا / فَضَا Uzay. Uzay; ucu bucağı bulunmayan boşluk, kâinatın sonsuz genişliği. Uzay. Uzay. ekber alem / feza-yı âlem / fezâ-yı âlem / فَضَايِ عَالَمْ Uzay. ıtlak / fezâ-yı ıtlak Uçsuz bucaksız gökyüzü, kainat / feza-yı kâinat ulvi / feza-yı ulvî Uzay, ümmet Ümmet fikri, ümmetin ortak / فرصت Uygun an, fırsat. Arapçafudala / fudalâ Üstün nitelikli tavil Uzun / fütûr / فُتُورْ Usanç, gevşeklik. Usanç, gevşeklik. vermek Usanç, gevşeklik / gafilâne Umursamazca, Umursamazlık; âhirete, Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız kalma / gafletkârâne Umursamazca, Üzüntü veren belalı / غَلَبَه Üstünlük, üstün gelme. Üstün çalan Üstün çalma Üstün çalmak Üstün eden Üstün etme Üstün Üstün. Yenen. Mağlub eden. Üstünlük. Üstünlük, Üstünlük. Yenmek. Mağlub etmek Üstün firkat Uzaklık gamı, ayrılık maksat Ulaşılmak istenen gaye, me'mul Umulmadık. Beklenmedik. mülayim / gayr-ı mülâyim Uygunsuz, mutabık Uygun gelmeyen, muvafık Uygun Uyuz Uyuz hayvan. Farsçagiran-hab Uykusu ağır olan adam. Farsçagisu / gîsu Uzun saç, omuza dökülen saç. Farsçagubar-ı hüzün / gubâr-ı hüzün Üzüntü dalgası, üzüntü Üstün bir gayretle. Yüksek bir himmetle. Farsçagussa / غصه Üzüntü, tasa. Üzüntü, keder. Arapçagusse Üzüntü, tasa, / hâb Uyku. Rü'yâ. Farsça Uykulu. Uyku Uyuyan, uyuyucu. Farsçahab-nak Uykusu gelmiş kimse, uykulu kişi. Farsçahabalud / hâbâlûd / خواب آلود Uykulu. Farsçahabalude / hâbâlûde / خواب آلوده Uykulu. Farsçahabele Üzüm Un / hâbnâk / خوابناک Uykulu. Farsçahabr-ül ümmet Ümmetin âlimi, meşhur Ümmetin / hacâlet / خجالت Utanma. Utanç. Utanma, utangaçlıkla şaşırma. Utangaçlık, sıkılma. Utanma. Utanma. Arapçahacalet-aver / hacalet-âver / hacâlet-âver Utandırıcı. Utanç veren. Farsça Utanç / hacâletâver / خجالت آور Utandırıcı. Utanç verici. Arapçahacc-ı ifrad Umreye niyet etmeksizin yalnız başına yapılan farz, vâcib veya nâfile hacdır ki, ihrama girerken yalnız hacca niyet edilmiş olur. Bunu yapana "müfrid" haremeyn / hâcc-ül haremeyn Usulüne uygun surette, Mekke-i Mükerreme'yi ve Medine-i Münevvere'yi ziyaret / خجل Utanma. Utanma. Arapçahacet-i amme / hâcet-i âmme / حَاجَتِ عَامَّه Umûmî Uyuyucu, / hacîl / خجيل Utanmış. Utanan. Utanmaktan yüzü kızaran. Utanmış. Utangaç. Arapçahaclet / خجلت Utanma. Arapçahaclet-aver / haclet-âver Utanç verici, utandırıcı. Farsçahaclet-dih Utanç verici, utandırıcı. Farsçahaclet-engiz Utandırıcı, sıkıltıcı. Farsçahacletaver / hacletâver / خجلت آور Utanç verici. Arapça - Farsçahadd ü payan / hadd ü pâyân Ucu ve son Uzun boylu, akılsız / خدر Uyuşma. Uyuşma. Arapçahadis imamı / hadîs imâmı Üç yüz binden çok hadîs-i şerîfi, râvîleri rivâyet edenleri, nakledenleri ile birlikte bilen büyük hadis âlimi. Buna, hadîs müctehidi de elime / hâdise-i elîme Üzücü nevmiye / hâdise-i nevmiye Uykuda meydana gelen Uzun düşünce ve delile ihtiyaç kalmadan hâsıl olan ilim. Sür'at-i intikal. Ani ve doğru idrâk. Delilden neticeye çabuk / خدشه Ürküntü. Arapçahadşeaver / hadşeâver / خدشه آور Ürküntü verici. Arapça - Farsçahakaik-i uhreviye Uhrevî, âhirete ait hakikatler, amme / hakikat-i âmme Umûmi, her yerde geçerli olan nevmiye Uyku namdar / hâkim-i namdar Ün sahibi meşhur padişah, amme / hâkimiyet-i âmme / حَاكِمِيَتِ عَامَّه Umumî müessif Üzüntü verici durum, üstad / hâl-i üstad Üstadın davranışları, Üzüm ağacına benzer bir ağaç yanındaki ağaca sarılır gider; hoş kokusu vardır; akik gibi taneleri olur.halas-ı umumi / halâs-ı umumi Umumî, genel Uzak, ırak yer, Uzun, mahzunane / halet-i mahzunâne Üzüntülü yakaza / hâlet-i yakaza Uyanıklık Uzun müddet su ile yumuşayıp değişmiş cıvık ve kokar çamur. Üzerinde kalem kesilecek âlet. Farsçahamta Üzüm çiçeğinin Ucu sivri, iki tarafı keskin büyük bıçak. Halk dilinde hançer şeklinde kullanılır. Divan edebiyatında şâirler, güzellerin kaşlarını hancere Un ve süt ile yapılan Üzerlik şakirt Üstadın çok değer verdiği ilk sıradaki / hâşâ / حاشا Uzak dursun, hâşa. Arapçahasıl eyleme Ulaştırma, / hâsılât Ürün, / hâsiyetli Üstün Üstadın çok değer verdiği, ilk sıradaki Üst dudağın alt dudak üzerine Ürkerek, korku / hatîfe Unu süt ile yoğurup pişirerek yapılan / hattâ / حتى Üstelik, hatta. Arapçahavass-ı selase / havass-ı selâse Üç hassa, üç ar / havf-ı âr Utanma / hayâ / حيا Utanma duygusu. Utanma, âr, nâmus. Çirkin şeylerden sıkılma veya edebe uymayan bir şeyin meydana gelmesinden dolayı kalbde meydana gelen rahatsızlık. Utanma hissi. Utanma, haya, ar. Arapçahayadar Utangaç, çekingen, mahcub. Farsçahayasız / hayâsız Utanmaz, / hayâsızlık içtimaiye-i ümmet Ümmetin Müslümanların sosyal umumiye Umuma ait, genel Ulu ve yüce Ümit ipi; ümit bağlayacak bir Ümit kaynağı, tutunacak bir ümit mahir / hayyat-ı mâhir Usta terzi. Terzi / hazâkat Uzmanlık. Ustalık, / hâzık / حاذق Usta, yetenekli, ehil. Arapçahazret-i seyda Üstad üsame Üsâme bin Zeyd Ufak Ufak tesbih Üstünlük ve hazık / hekîm-i hâzık Uzman Uzun, Uygun, münasib, denk. Farsçahemaheng / hemâheng / هم آهنگ Uyumlu. Farsçaherna' Ufak Ufak Uzun ve iri vücutlu / hevâî Uçarı, nefsine düşkün, Uyuklayıp başını her tarafa / hey'ât / هَيْئَاتْ Umûmî umumiye Umumi hey'et. Bir şeyin teferruatları nazara alınmadan olan umumi / حِجَابْ / hicâb Utanma. Uzaklaşma. Ayrılık. Ayrılıktan gelen keder, sızı, acı. Dostluğu ve ülfeti amme / hidemat-ı âmme Umuma ait vazifeler. Kamu görevleri. Millete fayda veren Uzun boylu, büyük karınlı üslub / hil'at-ı üslûb Üslûb kaftanı, tarz me'mul / hilâf-ı me'mûl / خِلَافِ مَأْمُولْ Umulanın memul / hilâf-ı memûl Umulanın tersine, beklenin ve daavat-ı üstadane / himemat ve daavât-ı üstadâne Üstadın himmetleri, gayret ve Uzun Uzun, Ucuzluk, Üst dudağın derisinin sarkık Üst dudağın ortasında olan naim / hiss-i nâim Uyuyan his, hareketsiz duran umumi / hiss-i umumî Umumî his, genel ortak umumiye / hiss-i umumîye Umumun hisleri, genelin am / hitab-ı âm Umuma hitap, bir topluluğa umumi Umumi konuşma, / خطط Ülkeler, diyarlar. Arapçahıtta / خطه Ülke, diyar. Arapçahıyabe Ümitsiz ve mahrum Uzun kesilmiş et Uğurlu ayağı olan, ayağı uğurlu. Farsçahüceste Uğurlu, mübârek, mes'ud. Farsçahücud Uykusuz kalma. Geceleyin az ve imkan / hudus ve imkân Usul-üd din ve İlm-i kelâmın dâhi ulemâsının ve Hükemâ-i İslâmiyyenin gördükleri ve hadsiz bürhanlar ile isbat ettikleri hudus ve imkân / خفته Uyuyan, uyumuş. Farsçahukuk-u medeni / hukuk-u medenî Umumi mânada Temel hak ve hürriyetler ve medeni haklar. Avrupaî mânada ise Lâik hukuk sistemi, medeni müstebide / hükûmet-i müstebide Ülkeyi istibdatla, dikta ile yöneten selase / hulefâ-i selâse Üç halife Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali. Üç halife Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman selase / hulefâ-yı selâse Üç büyük Utanma duygusundan dolayı yanaklarda oluşan kızarıklık; Ustalık, / hurâfe / خُرَافَه Uydurma hikâye ve rivayet. Uydurma, bâtıl inanış. Masal. Efsane. Yalan hikâye. Uydurma. Uydurma Ufak parça, küçük Uzun dişi Ufak tefek şeyler satan kimse. Farsçahurf Üzerlik engur Üzüm vifak Uygunluğun güzelliği, güzel / hüşyâr Uyanık, akıllı, zeki. Ayık. Uslu. Uyanık. Üzüntü, keder. Sevincin zıddı. Bu, halk arasında kastedilen dünyevî hüzünden başkadır. Tasavvuf yolunda bulunanlara âit bir hâl. / hüznengizâne Üzüntü veren bir / حُزُنْ Üzüntü. Üzüntü. üstad Üstadın / ib'âd / ابعاد Uzaklaştırmak. Sürmek. Kovmak. Uzaklaştırma. Arapçaibban / ibbân Uygun zaman, vakit. Her şeyin / ibhâmen Üstü kapalı / iblâğ / iclâl / اجلال Ululama. Arapçaicra / icrâ Uygulama, etmek / icrâ etmek Uygulamaya / icrâât Uygulamalar, / içtinâb Uzak durma, rüçhan Üstünlük Ulu etmek, Unutmak. Akıldan çıkarmak. İhmal / iğlâk / اغلاق Üstü kapalı konuşma. Arapçaiğlak-ı uslub / iğlâk-ı uslûb Üslubun kapalılığı; ifade tarzının kapalı oluşu, anlaşılmasının Ucuzlama, fiattaki Utandırma, / ihtâr / اخطار Uyarı, hatırlatma. Arapça İhtâr edilmek Uyarılmak, hatırlatılmak. Arapça İhtâr etmek Uyarmak, hatırlatmak. Arapçaihtarname / ihtarnâme Uyarı / ihtilâf / اختلاف Uyuşmazlık. Arapçaihtilaf noktaları / ihtilâf noktaları Uyuşmazlık olan, hakkında ortak görüş bulunmayan re'y-i ümmet Ümmetin re'y ayrılığı. Halkın fikirlerinin başka başka / ihtilâfat / اختلافات Uyuşmazlıklar. Arapçaihtilafi yerler / ihtilâfî yerler Üzerinde görüş birliğine varılmayan / ihtilâm Uyurken cenabet olmak, düş azmak. Ergenlik. Uykuda cünüb olma. Çocuğun bülûğa, ergenlik çağına ulaştığının alâmeti, işâreti. Uyurken cenabet baide Uzak / ihtirâ-kerde Uydurdukları eşsiz / ihtisâs / اختصاص Uzmanlık. Uzmanlık. Uzmanlık. Arapçaihtisasat Uzmanlık / îkaz / îkâz / ايقاظ Uyandırmak. Gafletten kurtarmak. Tenbih. Uyarı. Uyarma. Tenbih etme. edici etmek / ikazât / îkazât Uyarılar. / ikazkâr / îkazkâr Uyarıcı, dikkat çeken. / îkaznâme Uyarma Ulu görme, büyük görme veya sülüs Üçte / ıksâ Uzaklaştırılma. Ürperme. Ürkmeden dolayı tüylerin diken diken kalkması ve derinin iğne iğne / iktidâ Uymak, tâbi olmak. Birinin hareketini örnek alarak ona benzemeye çalışmak. İttiba etmek. Uyma. Uymak, tabi olmak. / ıktıdâ / اقتدا Uyma. Arapçaiktida / iktidâ / اقتدا Uyma. Arapça İktidâ etmek Uymak. Arapçaiktida eden / iktidâ eden edilme Uyulma, örnek Uyarak, ıktıda ederek, tâbi / iktidâen Uyarak, tâbi' olarak. Uyarak. / ilâf Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, tekvini / ilân-ı tekvinî Umumi âfetler ve gök taşları düşmesi gibi Cenab-ı Hakk'ın tekvinî âyetleri ve ibretli hâdiseleri ile hakaik ve hikmet-i İlâhiyesini ilân edip alet / ilm-i âlet Ulûm-i âliyye denilen sekiz yüksek din bilgisini öğrenebilmek için lâzım olan yardımcı ilimlerdir. Bunlara ulûm-i ibtidâiyye, başlangıç ilimleri de denir. Ulûm-i âliyye şunlardırTefsîr, usûl-i kelâm, kelâm, usûl-i hadîs, ilm-i hadîs, usûl-i fıkh, fı kh, ilm-i tasavvuf. Böylece din bilgileri yirmi oilm-i kıraat Usul ve kaidesine uygun olarak Kur'an-ı Kerimin okunması ilmi. Bak Kıraat ve Kıraat-ı seb'a ve Fenn-i kıraatilm-i usul ve akaid / ilm-i usûl ve akâid Usûl ve akâid Uzaklaştırma yahut / imlâ Usûlüne uygun olarak yazma, / imtidâd / امتثال / imtisâl / اِمْتِثَالْ Uyma. edilen Uyulan, boyun / imtisâlen Uyarak, tabi / imtizâc / امتزاج Uyuşma, kaynaşma. Uyuşma, uzlaşma. Arapça İmtizâc etmek Uyuşmak, uzlaşmak. Arapçaimtizackar / imtizackâr / imtizâckâr Uyuşarak, anlaşarak, karışarak. Kaynaşmağa müsait surette. Farsça Uyuşan, / عنب Üzüm. Üzüm. Üzüm. Arapçainebi / inebî Üzüm biçiminde, Ürkütme, / infâz / انفاذ Uygulama, yerine getirme, yapma. Arapçainsa / insâ hakir / insan-ı hakîr Ufak tefek olan / intibâh / انتباه / اِنْتِبَاهْ Uyanma. Uyanma. Uyanış. Arapça düşen gelen / intibahkârâne / intibâhkârâne Uyanıklık içinde olarak. / intibâk / انطباق Uyma. Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme. Uyum. Arapçaintibak etme Uyum meni / inzâl-i menî Üreme organından meni Uyarma, Üstü kapalı Uzak. Üzüm veya hurma salkımı olan Ufak ufak yapma, Uyutma veya Ummak, ümidetmek, rica Ucuz saymak veya Ürkme, / îsal / îsâl / ا۪يصَالْ Ulaştırmak, vâsıl etmek. Yetiştirmek. Ulaştırma, eriştirme. Ulaştırma, vardırma. edici / isâl edici etme / îsal etme Ulaştırma, etmek / îsal etmek Ulaştırmak, Üstün Üçe bölme. Üç aded / istib'âd / استبعاد Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma. Uzak görme. Arapçaiştigal / iştigâl / اشتغال Uğraşma. Uğraşı. Arapça İştigâl etmek Uğraşmak, meşgul olmak. Arapçaiştigal eden / istihsâl Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak. Usanmak, fütur getirmek, / istihyâ / استحيا Utanma. Utanma. Arapçaistikaz Uykudan / istînâf / استيناف Üst mahkemeye başvurarak alt mahkemenin kararının feshini isteme. Arapçaistiname Uyur gibi görünme. Yalandan Ürküp / itâat / اطاعت Uyma, boyun eğme. Arapça İtâat etmek Uymak, boyun eğmek. Arapçaitale / itâle / اطاله Uzatma. Arapçaitalik Üstten sağa doğru yatık matbaa harfi. Fransızcaıtare Uçurma, / itilâf Uyuşma, / itilafkâr / ائتلافكار Uzlaştırıcı, birleştirici. Arapça - Farsçaittiba / ittibâ / اتباع Uyma, izleme. Arapça İttibâ etmek Uymak, izlemek. Arapçaittibaen / ittibâen / اتباعا Uyarak. Uyarak, izleyerek, ardından giderek. Arapçaittifaki noktalar / ittifakî noktalar Üzerinde görüş birliğine varılan umumi / ittihad-ı umumî Umumi ittihad. Bütün insanların Uzatmak. Üstünlük, yücelik. Üstünlük, Üzerine çiğ düşmüş, kırağılanmış. Farsçaka'de-i ula / ka'de-i ûlâ Üç ve dört rekatli namazların ikinci rek'atındaki tatbik telif Uygun olan, / kâbise Üveyik kuşu. Ucu üstüne eğri ve kıvrık olan Uykuda ağırlık basması. Korkulu ve insanda hareket bırakmayan rüya. bülend Uzun, yüksek boy. Farsçakahır Üstünlük, Üstün. Üstün Uzun boylu usul Usûl kuralı, metodolojide kullanılan bir / kaideşikenâne Usul ve kaideye riayet etmeyerek, kuralları çiğneyerek, kaideyi bozarak. Farsçakainat-ı naime / kâinat-ı nâime Uyuyan habide Uyumuş hazin / kalb-i hazîn Üzülen kalp, hüzünlü üstad Üstadın / قلمرو Ülke, diyar, topraklar. Arapça - Farsçakalheban Uzun, Üzerinde durulduğunda hafifçe tekrar söylenen Ulu kişi, bala / kamet-i bâlâ Uzun / kânif Udul eden, dönen, yoldan Ümidi tamamen sönmüş. Ye'se düşmüş, ümitsiz, kederli, Uyulması gereken kesin tenasül / kanun-u tenâsül Üreme ve çoğalma Üstüne bina yapılmış sıcak maden suyu, üstü örtülü kaynarca, / kâr-âgâhî Uyanıklık, iş bilirlik. Farsçakar-dani / kâr-danî Uyanıklık, iş bilirlik. Farsçakari' Ulu kişi, ulviye / karîha-i ulviye Üstün ve yüksek zekâ, Ünlü bir / kârname Usta çıkacak kişilerin ustalıklarını göstermek için yaptıkları iş örneği. Farsçakarşinas / kârşinâs / كارشناس Uzman, işten anlayan. Farsçakarva Uzun hörgüçlü Ürpermek, Üzüntülü, Uzak, baid. Ufak boynuzlu dişi Üst üste katlanmış / kavlirâcih Üstün bulunan / kâze Uyluk Üzüntü, keder ve sıkıntı meydana getiren. Farsçakedernak / kedernâk / كدرناک Üzüntülü, kederli. Arapça - Farsçakefeteyn-i havf ü reca / kefeteyn-i havf ü recâ Ümit ve korku kefeleri, asman / kenar-ı âsmân Uyku, / kerân / كران Uç, kıyı. Farsçakeryan Uyuyan kişi, / kesâlet Uyuşukluk, imtiyaz Üstünlük, ayrıcalık Uzun boylu. Farsçakeslan Uyuşuk, tembel, gevşek. bi-hicab / kezzab-ı bî-hicab Utanmaz ve hayâ etmez Ululuk, Ululuk. Büyüklük. Üst düzey, seviye, Uzun ve dar / kirâm Ulular, cömertler, / كشور Ülke. Farsçakişvergir Ülke tutan. Pâdişah, hükümdar. Farsçakişvergüşa Ülke açan, cihangir. Farsçakitab-ı ubudiyet Ubudiyet, kulluk Ufak taneli kübra-yı umumiye / kıyamet-i kübrâ-yı umumiye Umumî olan büyük umumiye / قِيامَتِ عُمُومِيَه Umumi Üç tümen ve bağlı birliklerden meydana gelen büyük askerî Uzay Üzüm ümmet Ümmetin uluları, / kudûm Uzaktan gelme, ayak Üveyik kuşuna benzer bir / küllî / كلي / كُلّ۪ي Umumî. umur / külliyât-ı umûr / كُلِّياَتِ اُمُورْ Umûmî / كُلِّيَتْ Ümidsizlik. Ye'se nisyan / kûşe-i nisyan Unutma köşesi, nisyan köşesi. Unutma köşesi, unutulan Uzun dülger rendesi. Farsçakütüb-ü salise / kütüb-ü sâlise Üçüncü kitap, üçüncü makale Muhâkemât'ın üçüncü makalesi.kütüb-ü selase / kütüb-ü selâse Üç umumiye Umumi selase / kuva-ı selâse Üç kuvve; akıl, gazap ve şehvet selase / kuvâ-yı selâse Üç güç; gazap gücü, şehvet gücü, akıl gücü. Üç kuvvet. Kuvve-i şeheviye, kuvve-i gadabiye ve kuvve-i akliye.kuva-yı umumiye / kuvâ-yı umumiye Umumi galibe Üstün ve ezici müvellide Üreme ulviyet Ulvî, yüce, İlâhî / lâhayr Uğursuz, / lâhık Ulaşan, Uğursuz, meş' / lahutî / lâhutî Uluhiyet âlemine mensub ve müteallik olan. Sır âlemi. Gaybî âleme ait. Ruhanî âlemle alâkalı. Uluhiyet âlemiyle Uluhiyet âlemine girebilen Üstü önden ve arkadan açılıp kapanır, körüklü, geniş araba nevilerinden biridir. Halk arasında "Landon" şeklinde telâffuz edilen bu araba, fayton ve kupalara nazaran daha ağır ve gösterişli idi. Fransızcalayık / lâyık Uygun. Uygun, hadra / lebîd Ünlü bir Ülfet, misali / levh-i misâlî Üzerinde görüntülerin yansıdığı imaniye Üzerinde imanî bilgiler yazılan Ulaşmak, / lihyanî Uzun ve kaba sakallı üstad Üstadın Ulaşmak. Yaklaşmak. Sonradan Üzüm Uyku mutabakat Uygunluğun lüzumu, Üstü çardak şeklinde yapılı Üzülerek, üzüntüyle Üzülerek, yazık Uzayda yer dolduran / mâderender Üvey ana. Farsçamafevk / mâfevk / مافوق Üst, yukarı, üst derecede bulunan kimse, âmir. Üstün, üstünde olan. Üst. Üst, üstü, yukarısı. Arapçamagalıb Üstün gelen, galebe Ustalık, beceri. Ustalık, Udul etmek, / mahcûb Utangaç, / mahcubâne Utanarak, utanmış bir hâlde. Sıkılganlıkla. Farsçamahcubiyet / mahcûbiyet / محجوبيت Utangaçlık, sıkılganlık, mahcubluk. Utanma, utangaçlık. Utangaçlık. Utangaçlık. Arapçamahcup Utanan; / mâhirâne Ustaca, ustalıkla, maharetle. Farsça Ustaca, Üzerine yük konulan / مخمور Uykulu, baygın. Arapçamahsul / mahsûl / محصول Ürün, sonuç. Ürün, netice. Ürün. Ürün, sonuç. Arapçamahsulat / mahsulât / mahsûlât / مَحْصُولَاتْ Ürünler. Ürünler, eserler. Ürünler. Üretilenler, verme / mahsulât verme Ürün / mahsûldâr / mahzûn / mahzûnâne Üzgün olarak, selase / makalât-ı selâse Üç makale, salise / makale-i sâlise Üçüncü reca / makam-ı recâ Ümit Uzun boylu Ümit kesecek Ulaşmış, üstadane / malûm-u üstadâne Üstadın bildiği fih / manahnü fîh Üzerinde durduğumuz, bahsini ettiğimiz mes'ele. Hakkında / mâruz Uğrama, tesirinde ve karşısında olma / mâruz olma Uğrama, tesirinde ve karşısında olmak Uğramak, tesirinde umumiye Umumi Üzerinde mum veya fitil yakılan çıra ve Üstün / مظهر Üzerinde buyurma Ulaştırma, / me'lûf Ülfet edilmiş, / me'mûl / مَأْمُولْ Umulan, ümit edilen. Umulan. Ümid edilen. Beklenilen. Umulan, ümit edilen. Ümid / me'yûs / مأیوس / مَأْيُوسْ Ümitsiz. Ümidsiz. Kederli. Ye'se düşmüş. Ümidi kesik. Umutsuz. Arapça Me'yûs etmek Umutsuz bırakmak. Arapça Me'yûs olmak Umudunu yitirmek. Arapça / me'yusâne / me'yûsâne Ümidsizlikle. / me'yûsiyet / مَأْيُوسِيَتْ Ümitsizlik. ümid Ümidin Ucuzluk. / meccânen Ücretsiz, parasız. Ücretsizlik, / مجد Ululuk. Arapçamecid / mecîd / مجيد Ulu. Arapçamêcur Uzatmak, çekmek, Kur'ânı kerîmde uzatan harflerden elif, vav, yâ biriyle kendilerinden önceki harfleri bahis / medâr-ı bahis Üzerinde hicap Utanma imtiyaz / medâr-ı imtiyaz Üstünlük, ayrıcalık intibah / medâr-ı intibah / مَدَارِ اِنْتِبَاهْ Uyanma sebebi. Uyanma rüçhaniyet / medar-ı rüçhâniyet Üstünlük şeamet / medâr-ı şeâmet / مَدَارِ شَآمَتْ Uğursuzluk teessüf / medâr-ı teessüf Üzüntü veren, üzüntü tenasüp / medâr-ı tenasüp Uygunluk sebebi, tevafuk / medâr-ı tevafuk Uyumluluk Uzatma, çekme; مُسْتَقِيمْ kelimesinde kaf harfini uzatan "ye" harfi, "medd" nazar Uzağa bakma. Gözün görebildiği kadar göz Uzatma işareti. Uzatma; çekim harfleri; yazıldığı halde okunmayan, kendisi harekesiz olup, kendinden önceki harfi uzatan elif, vav, ye / مدنيت Uygarlık. Arapçamedhur Uzaklaştırılmış veya kovulmuş olan. Tardedilmiş / medhuşâne Ürkmüş gibi. Ürkmüş bir / mefkûre / مفكوره Ülkü. Ülkü, ideal. Arapçamefkureci Ülkücü, / mefkûrevî / مفكوروی Ülkü ile ilgili. Arapçameftut Ufalanmış, parça parça edilmiş, Üstün gelen. Fazla gelmiş Uzaklaşmış, terk uhuvvet Uhuvvet beşiği. Kardeşlik kazanılan baid / mekân-ı baîd Uzak mekân, uzay Usanç verici, usandıran, sıkan. Farsçamelil / melîl / melûl Usanmış. / memkûre Uysal, Üzerine yağmur yağmış. Yağmur yağarak Umulan, / mêmûl / memûl / مأمول Umulan, beklenilen. Arapçamenafi-i umumiye Umumi menfaatler, umumi / menâm Uyku hâli. / menâmen Uyuyarak. Uykuda olarak. Uyku halinde, rüyada. baide / menatık-ı baîde Uzak mıntıkalar. Uzak / menhûs / منحوس / مَنْحُوسْ Uğursuz. Kötü. Meş'um. Uğursuz, kötü. Uğursuz. Uğursuz. Arapça Uğursuz, kötü / منقبه Ünlü kişilerin yaşamlarına ilişkin ve çoğu gerçekle bağdaşmaz öyküler. Arapçamensiyet Unutulma, hatırdan Ürkerek, korkarak, korku baide / merahil-i baîde Uzak konaklar. Uzak / mercû Ümid edilen. Ümid edilmiş. Rica olunan. Ümit edilen, rica merg / mergâ merg Umumi vebâ hastalığı. Farsçamerik Usfur Üzerinde kuş tüyü olan Üstün bala / mertebe-i bâlâ Üst / مشئوم / meş'ûm / مَشْئُومْ Uğursuz, şom. Arapça / meş'ûmâne baide / mesâfât-ı baide Uzak / مسافه Uzaklık. Uzaklık. Arapçamesafe-i baide / mesafe-i baîde Uzak / meşâgil / مشاغل Uğraşlar. Arapçameşahir / meşâhîr / مشاهير Ünlüler. Arapçamesail-i içtihadiye-i hilafiye / mesâil-i içtihadiye-i hilâfiye Üzerinde ihtilaf edilen içtihadi / meşâle Ucu alevli Üç kez karısı ölmüş adam. Üç kez kocası ölmüş kadına "mesfiye" derler.meşgale / مشغله Uğraşı. Arapçameşhur / meşhûr / مشهور Ünlü. Ünlü, tanınmış, bilinen. Arapçameşk Uzun uzun yazma, Uzun başlı / meşûm / meşûmâne / meşûme Uzun ve yüce / metbû / متبوع Uyulan, izinden gidilen, tâbi olunan. Arapçametod Usûl, münasib / mevadd-ı münâsib Uygun baide / mevaki-i baîde Uzak Üzerinde durulması gerekli noktalar; belli konuların işlendiği selase / mevâlid-i selâse Üç çocuk; dört unsurun su, hava, toprak, güneş birleşiminden meydana gelen madenler, bitkiler ve münasib Uygun yer ve münasip Uygun mevki, ilgili tatbik Uygulama yeri, münasib Uygun yer ve münasip Uygun / mevzû Uydurulmuş ehadis / mevzu ehâdis Uydurma hadisler; yalan olduğu halde Peygamber Efendimize dayandırılan uydurma / مَوْضُوعْ Uydurma feza Uzay tefevvuk Üstünlük elde etmek meyil ve Üstün görünme meyli, / مَيْمَنَتْ Uğur, saadet, / meymûn / ميمون Uğurlu, kutlu. Uğurlu. Arapçameyus / meyûs Ümitsiz. / mêyûs / مأیوس Umutsuz, üzgün. Arapçameyus etmek Ümitsizliğe / meyusâne / meyûsâne Ümitsizce. Ümitsizce, ümitsiz bir / mêyûsane / mêyûsiyet Usul, kaide. Yol. Âdet. / مَزِيَتْ Üstün özellik. Üstün vasıf. / مزیت Üstünlük. Arapçami'za Ufak taşlı sert yapılı sağlam Üzerinde kamış kalemlerin uçları kesilen sedef, kemik, ağaç, fil dişi veya mâdenden yapılan / millî / ملى Ulusal. Arapçamilliyet Ümmet. Aralarında din, dil ve tarih birliği olan topluluktaki hâl. Millet olma. Aralarında maddi mânevi birlik ve beraberlik râbıtaları bulunan topluluktaki / مليه Ulusal. Arapçaminkaz Uzunluğuna yarılmış, boylamasına / mıntıkatü'l-burûc Uzayda on iki burcun bulunduğu Üzüm çubuğunu yerden kaldırıp bağlayıp sardıkları Uylukları zayıf ve etsiz olan Uzağa giden Uzun burunlu ışık fitili / mızrâk Ucu sivri uzun saplı harp âleti. Kargı. Ucu sivri savaş Ustura. Farsçamuamelat-ı galiye / muamelât-ı galiye Üstün / مُعَمَّرْ Uzun ömürlü. Uzun ömürlü. Uzun ömürlü, çok Ünvanlı, Usfur ile boyanmış Uzaklaştıran, Uğurluluk, / mübâşir / مُبَاشِرْ Ulaştıran, / مبتلا Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. Arapça Mübtela olmak Uğramak, tutulmak, yakalanmak. Arapçamucib-i teessür / mûcib-i teessür Üzüntüye sebep olan. Üzüntü / müctehed-ün-fihâ Üzerinde ictihad edilen mes' medide Uzun zaman, uzun / مؤسف Üzücü. Üzücü. Arapçamufaddıl Üstün eden, Üstünlük / müfârakat Uzaklaşma, umumiye Umumî ayrılıklar, genel Uydurma, sahte, ümmet Ümmetin Üstün olmağa, galib gelmeyeğe çalışmak. Birisine galib / مخدر Uyuşturucu ilâç. Uyuşturucu. Arapçamuharebe-i meş'ume Uğursuz, kötü Uğraştıran, Uyuşmamış. Birbirine uymamış. İhtilâf Umulur, olabilir, salise Üçüncü Üzeri yumuşak dikenlerle örtülü olan hayvan. Uzaklaştırılmış. Uzak / muktedâ / مقتدا Uyulan. Arapçamuktedi / muktedî / مقتدی Uyan. Arapça Muktedî olmak Uymak. Arapçamülayemet / mülâyemet evvel / ملازم اول Üsteğmen. tamamiyet / mülkî tamamiyet Ülke varlığı, toprak / مُلْكِيَه Ülkenin idaresi için çalışanların bulunduğu daire. Ülke idaresiyle ilgili / mümârese / mümâşat / مماشات Uysallık, suyuna gitme, alttan alma. Arapçamümaşatkar / mümâşâtkâr Uyumlu Uzayan. Uzayan. Sürekli, devamlı. Uzanmış, çekilmiş, imtidâd etmiş. Unutma, / münâsebât Uygunluklar, tevafukıyet / münâsebât-ı tevafukıyet Uygunluk arz eden münâsebetler, / münâsebet / مناسبت Uygunluk, ilgi. / münâsib Uygun. Uygun, / مناسب Uyku hususunda / منبه Uyandıran, tenbih eden, dalgınlıktan kurtaran. Uyuşukluğu gideren. Uyandıran, dalgınlıktan kurtaran. Uyarıcı, uyandırıcı. Arapçamünebbihat / münebbihât Uyandıranlar. Tenbih edenler. Uyuşukluğu giderici Uyutulmuş. Gaflet verilmiş. / مُنَوِّمْ Uyutucu. Uyutucu. Uyku veren ilâç. Uyutucu, uyuşturucu. Uyutan, Uzanıp Uygun. / منطبق Uygun, uyumlu. Arapçamuntazar Ümid ile gözlenen. Beklenen. Uyanık, intibah eden. Agâh ve habir olan. Gafletten ayrılmış olan. Uyanık olan. / müptelâ / مبتلا Uğramış, tutulmuş, yakalanmış. Arapça Müptelâ olmak Tutulmak, yakalanmak, uğramak. Arapçamüraat / mürâât / mürââten Üstünlük, müreccah amal / mürevvic-i âmâl Uygulamaya sokmaya çalışan, yapmaya teşvik Uyutucu / mürtecâ Ucuz sayan. İrtihas Uygunsuz, izin Üzerine urba astıkları / مساعد Uygun. Uygun. Arapçamüsait / müsâit Uygun. Üslûp, tarz ve şekilce birbirine / müsâlemet Uyuşmak; fikirler ayrıldığı, sözler çoğaldığı zaman münâkaşa etmemek; sertliği, bölücülüğü, ayrıcılığı istemeyip, barışmak umumiye Umumî barış ortamı; herkesi içine alan barış ve Uyuşturucu, bayıltıcı, dondurucu / مثلث Üçgen. Arapçamüsellesi / müsellesî Üçgen biçiminde / مثلث الشكل Üçgen şeklinde. Arapçamusibet-i amme / musibet-i âmme / musîbet-i âmme / مُصِيبَتِ عَامَّه / مُص۪يبَتِ عاَمَّه Umuma ve cemiyetin ekseriyetine gelen belâ. Umuma gelen musîbet. Umuma gelen Ünlü hadîs kitaplarından biri, bu kitabı yazan âlimin Uzun, / مستبعد Uzak. Arapçamüstahdem Ücretle çalışan, hizmette bulunan, / مُسْتَحْصِلْ Üretici. Üretici. Uzayan, Ücret ödeyen. Kirâcı. Ünsiyet peyda etmiş olan, alışık. Alışılmak Uzak farzeden, uzak gören, uzak sayan. / müstebîd Uzak / مشتهر Ünlü. Ünlü. Arapçamüstes'id Uğurlu / müstetbeâtü't-terâkib Üslup içindeki cümle ve kelimelerin çağrıştırdıkları / müstetîl Uzun, / mutâbaat Uyum, / mutâbakat / مُطَابَقَتْ Uygunluk. Uygunluk. / mutâbık / مطابق / مُطَابِقْ Uygun. Muvafık. Uyan. Uygun. Uygun. Uyan, uyumlu. Arapça Uçurup gönderme. Üşengeç, / mütebâid Uzaklaşan. Bir birinden uzak bulunan. / mütebâyin Uymaz, zıt, Üstün zekâlı ve anlayış sahibi gibi harekette Üstün zekâ ve anlayış sâhibi gibi harekette bulunana yaraşır yolda. Farsçamüteessif / متأسف / مُتَأَسِّفْ Üzüntülü. Üzgün. Arapça Müteessif olmak Üzülmek. Arapça / müteessifâne / متأسفانه Üzülürcesine. Üzgün, esefli. Arapça - Farsçamüteessifen Üzüntü duyarak, teessüf / مُتَأَثِّرْ Üzüntülü, etme Üzme, etmek Üzmek, / müteessirâne Üzüntülü bir halde. Üzüntü ile, üzülerek, teessürle. Farsça Üzüntü duyarak, Üzüntülü Üstünlükle, üstün gelerek. Farsçamütehassıs / متخصص / مُتَخَصِّصْ Uzman, işin ustası. Uzman. Arapça Üstadlık dâvâsı eden, fakat üstad olmayan Uzak ve / متمدن Uygar. Arapçamütemelli Uzun ömürlü ve rahat / mütenâsib / متناسب Uygun, aralarında muntazam bir nisbet bulunan, muvâfık, birbirine mensub ve müşâbih olan. Uygun, birbirine yakışan. Uygun, uyumlu. Arapçamütenavimane / mütenavimâne Uyur gibi görünerek. Farsçamütenebbih / مُتَنَبِّهْ Uyanmış, tenbih ile uyarılmış olan. Bir şeyden ders alıp aklını başına toplayan. Uyanmış, uyanık. Uyanmış. Uyanmış, Üzümle ekmek Uğursuz Üst üste, aralık vermeden, peş / متيقظ / مُتَيَقِّظْ Uyanık, uyanmış, tetikte, gözü açık olan. Uyanık. Uyanık bulunan,tetikte gözü açık olan. Uyanık. Uyanık, teyakkuz durumunda olan. Arapça / müteyakkızâne Uyanık ve dikkatlice, göz açıklığı ile. Farsçamutırr Uzatılmış. Uzatılan söz. Sözdeki itnâb, yâni; Üstüne sahtiyan bürünmüş aleyh / مُتَّفَقٌ عَلَيْهْ Üzerinde birleşilen mes'ele. Hakkında müttefik olup anlaşmaya varılmış olan. Üzerinde birleşilmiş. Üzerinde ittifak Üstünde birleşilen / muvâfakat / مُوَافَقَتْ Uygunluk. Uymak. Anlaşmak. Karşılıklı anlaşma. Râzı olma. Müsâade. Uygunluk; bir durumu uygun görme. Uygunluk, uygun bulma. etme Uygun / muvâfık / موافق / مُوَافِقْ Uygun. Yerinde. Denk. Uygun. Uygun. görme Uygun Üns tutmak, dostluk / muvâsal Ulaşan, / muvâsala Ulaşma, amme / muvazene-i âmme Umumi, genel / مُوَلِّدَه Üretkenlik. Üreme Üstünlük, muzafferlik, düşmana üstün Ücretle çalışan. Farsçamüzevver Uydurulmuş. Uydurma, Uykusu gelmek. Uyku Uykusu gelmiş olan Usulsüz, kuralsız, yolsuz, kaidesiz. Farsçana-çespan Uygun ve yakışık olmıyan. Farsçana-demsaz Uymayan, uygun olmayan, âhenksiz. Farsçana-endiş Uzun uzadıya düşünmeğe değmez. Açık, muhakkak. Farsçana-me'mul Umulmadık, beklenmedik anda. Farsçana-mübarek Uğursuz, meymenetsiz. Farsçana-sazi / na-sazî Uygunsuzluk, münasebetsizlik, uymazlık. Farsçana-ümid Ümidsiz. Ümidi kırılmış. Farsçana-ümidi / na-ümidî Ümit kırıklığı, ümitsizlik, me'yusiyet. Farsçanahs / نحس Uğursuzluk. Arapçanail / nâil Ulaşan, / nâim / نائم Uyuyan, uykuda olan. Uyuyan. Uyuyan. Uyuyan. Arapçanaimane / naimâne Uyur gibi, uyuklayarak, uyurcasına. Farsçanaime / nâime kazanma Ün kazanma, / nâmâver / نام آور Ünlü, sanlı. Farsçanamberdar / nâmberdar / نامبردار Ünlü, sanlı. Farsçanamdar / nâmdar / نامدار / nâmdâr / نَامْدَارْ Ünlü, şöhretli, meşhur. Farsça Ünlü, şöhretli, meşhur. Ünlü, namlı. Farsça / nâme'mûl / نامأمول Umulmayan, beklenmedik. Farsça - Arapçanami / nâmî / نامى Ünlü, namlı. Farsçanamüsaid / nâmüsaid / نامساعد Uygun olmayan. Farsça - Arapçanamuvafık / nâmuvafık / nâmuvâfık Uygunsuz. Uygun / nâmver / نامور Ünlü. Farsçanaseza / nâseza Uygun Unutan, nisyan Ulaştırmak, / nayî amme / nazar-ı âmme Umumun bakışı, genel umumi / nazar-ı umûmî / نَظَرِ عُمُوم۪ي Umumun Uzak / neffâs Üfleme, verme. / نفحه Üfleme, üfürme. İsrâfil aleyhisselâmın, kıyâmetin kopup insanların öleceği ve tekrar diriltilecekleri zaman, nasıl olduğu bizce bilinmeyen sûra üflemesi. Üfürme. Arapçanefite Unu suya koyup kaynatıp koyulaşıncaya kadar amme / nefret-i âmme / نَفْرَتِ عَامَّه Umumun, genelin nefreti. Umûmî Üfürmek, Üstünde yük doğru durmayan ümit Ümit sarhoşluğu, / نوم / نَوْمْ Uyku. Uyku. Uyku. Arapça / nevm-âlud / nevm-âlûd Uykulu, uykuya bulaşmış, uyumuş. / nevmâlûd Uyku ile / nevmî Uyku ile alâkalı, uykuya / nevmîd / نوميد Ümidsiz, me'yus, mükedder, cesareti kırılmış. Farsça Ümitsiz, üzgün. Umutsuz. Farsça Nevmîd etmek Umutsuzluğa düşürmek. Farsça Nevmîd olmak Umutsuzluğa kapılmak. Farsçanevmidane / nevmidâne Ümitsizce, kederli ve ümidsiz olarak. Farsçanevmidi / nevmidî / nevmîdi Ümidsizlik, cesaret kırıklığı. Ümitsizlik, cesaret Uyku ile Üflemeli bir / nisyân / نسيان / نِسْيَانْ Unutmak, hatırdan çıkarmak. Unutkanlık. Unutma. Unutma, unutuş. Unutma. Uzun boylu üstadane / niyet-i üstadâne Üstadın kendi / nizâmâtü'l-âlem Uluslararası ittifak Üzerinde görüş ve fikir birliği olan Uzun boylu Uyuklama, / nüasî Uyuklama ile Uğursuzluk. / nühûset selase / nukat-ı selâse Üç umumiye Umuma ait, herkesle ilgili ince ve derin bir nokta, imtisal Uyulacak örnek. Örnek alınacak tavil Uzun Üzerinde demir gibi madenlerin dövüldüğü çelik yüzeyli, kalın ve bir tarafı sivri / pâdişah Ülkeyi idare eden devlet Üzerine ilân, tablo, vs. asmaya yarayan levha. Fransızcaparçe Ufak şey, küçük nesne, parça. Farsçapeçel Üstü başı pislik içinde ve iğrenç olan adam. Farsçapedender Üvey baba. Babalık. Farsçaperdaz / perdâz hacalet / perde-i hacâlet Utanç hicap ve haya / perde-i hicap ve hayâ Utanma ve çekinme nukuş Üzeri nakışlarla dolu Utanmaz, açıksaçık konuşan. Farsçapere Uç, kenar. Farsçapermer Ümid etme, umma, bekleme. İntizar. Farsçaperran Uçan, uçucu. Farsçapervaz / pervâz / پَرْوَازْ Uçmak, kanat açmak. Uçuş. / pervazgâh Uçulacak yer. Tayyâre meydanı. Hava alanı. Farsçapervin / پروین Ülker denilen yedi yıldızın tamamı. Farsça Ülker, Süreyya. Farsçapeygule-i nisyan Unutulma / پيك / پَيْكْ Uydu. Uydu. Ulak. Farsça Ulaşma, vasıl olma, kavuşma. Farsçapiruz Uğurlu, hayırlı. Farsçapiruzi / piruzî Uğurluluk, hayırlılık. Farsçapratik Ümit Üvey oğul. Üvey evlâd. Farsçarabb / râcih / رَاجِحْ Üstün, seçilen. Üstün / râcihane Üstün tutarak, tercih ederek. Üstün Üzerine ateş yakıp kızdırdıkları amme / رَغْبَتِ عَامَّه Umûmun beğenmesi ve umumiye Umum tarafından rağbet edilip beğenilme. Herkes tarafından Üstü yumuşak, altı sert olan düz Uyumak üzere bulunma. Uykuya dalar gibi Uyku. Ulaşmak, Ürkmek, korku, halecan. Hareket-i nefsaniye. am / re'y-i âm Umumun re'yi, ekseriyetin fikri. Umumun Umumi fikirleri birer hakikat sayan felsefi görüş. Hadiseleri olduğu gibi anlatma ve gösterme gayesi güden san'at çığırı, / recâ / رَجَا Umma, dileme, isteme, arzu. Ümit. Ümid etmek, Allahü teâlânın rahmetini ummak. Ümit. / rehavî Urfa'lı. Farsçarektör Üniversitenin başkanı. Fransızcarekud Ürkek, ürkücü. Farsçaremide / remîde / رميده Ürkmüş, korkmuş, çekingen. Farsça Ürkmüş. Farsçaresan Ulaştırı yağan Ulaştırıcı, getirici. Farsçareva / revâ / روا Uygun, lâyık. Uygun, layık. Farsçarevadaşte Uygun bulmuş. Farsçarez Üzüm, / rezâlet Utanılacak hâl ve Utanmaz, / riâyet / رِعَايَتْ Uyma. Uyma, uygunluk. etme / riâyet etme Uyma, etmek Uymak, Uyarak, Ümit. Umma, dileme. Ümid etme, / ricakârâne Umarak, ümit Üstünlük, yükseklik, üstün olma. Fazilet, haslet veya her hangi bir şey cihetiyle diğerinden üstün olmak. / رجحان Üstünlük. Arapçarüchaniyet Üstünlük. Üstün oluş, rüçhanlık, daha mühim olma Urfa / rühavî Urfa'lı. Farsçarukad Uyku, nevm. Uyuma, / rüsûh Ustalık, sağlamlık, / rüyâ Uykudayken girilen misalî bir âlemde Uzun ömürlü. Farsçaşa'ban-ı muazzam / şa'bân-ı muazzam / شَعْبَانِ مُعَظَّمْ Üç aylardan ikincisi, kıymeti çok büyük olan şa'bân şerif / şa'bân-ı şerîf / شَعْبَانِ شَر۪يفْ Üç ayların ikincisi olan şerefli Uzun, müselles / sâ-i müselles Üç noktalı sâ' harfi. Se harfi de denir.saat-i muhtar Uğurlu Uykusu tatlı. Farsçasafsata Uydurma, aldatıcı mantık fiil / sâha-yı fiil Uygulama tatbik / sâha-yı tatbik Uygulama sahası, / şâheser / شاه اثر Üstün ve büyük eser. Üstün nitelikli eser. Farsça - Arapçasahib-i kemal / sahib-i kemâl Üstün özellik ve fazilet kemalat / sahib-i kemâlât Üstün özellik ve fazilet selase / sahife-i selâse Üç vesia / sahrâ-i vesîa Uçsuz bucaksız hail / sahrâ-yı hâil Ürperti veren / شاه سوار Usta binici. Farsçasahv Uyanıklık, aklı başında, şuuru yerinde olma hâli, sekr hâlinin zıddı. Tasavvufta kendini kaybetme hâlinden kurtulup, ayılma hâli. Fenâdan sonraki bekâ Uyanıklık meşhur Ünlü / sâirfilmenâm / سائر فى المنام Uyurgezer. Arapçasak'ab Uzun, / صَاقُو Üst tarafa giyilen elbise. Ceket, aba, palto gibi Üst tarafa giyilen elbise, Uzun ince / sâlis / ثالث Üçüncü. Arapçasalise / sâlise / sâlisen / ثالثا / ثَالِثًا Üçüncü olarak. Üçüncü olarak. Üçüncüsü. Üçüncüsü, üçüncü olarak. Arapça Üçüncü Uzun ve çok yoğun olan Uzaktan parlak bir yol gibi görünen yıldızlar Ustalıkla, hünerle yapılan iş. Ustalık, hüner, / san'atkâr Usta, san'atçı. Farsçasanat / sanât Ustalık, Ustaca ve tertibli yapıcı oluş. Sâni' Ulu, kerim Ucu yarılmış / sathî / سَطْح۪ي Üstün Uzun visal / savm-ı visâl / صَوْمِ وِصَالْ Üstüste iftar etmeden oruç Uyuza benzer bir esef / şayân-ı esef / شَايَانِ اَسَفْ Üzücü, üzüntü verici. Üzülmeye medid Uzun / şâyeste Uygun, yaraşır, lâyık. Uygun, / şayestegî Uygunluk, liyâkat. Farsçasayfufet Udûl etmek. Yoldan çıkmak, Üzerine yük yüklenip yolcunun da bindiği hayvan. Farsçasazkar / sazkâr Uygun, muvafık. Farsçasazkari / sazkârî Uygunluk, muvafakat. Farsçase / سه Üç. Farsça Üç. Farsçase-pa Üç ayaklı. Sehpâ. Farsçaşeamet / şeâmet / شآمت / شَئَامَتْ Uğursuzluk, kötülük, bedbahtlık. Uğursuzluk, kötülük. Uğursuzluk. Arapça Uzun, / sebaimeşhûre Ünlü / sebâyidü / سه با دو Üç ve iki. Farsçaşebeb Üç yaşına girip dişleri tamamlanmış olan hacalet / sebeb-i hacâlet Utanmaya sebep olan Uzun, / سبك Üslup. Arapçasebla / seblâ / سبلا Uzun kirpikli göz. Arapçasebla' Uzun kirpikli Uzun, ineb Üzüm ümem Ümmetlerin şefaatçısı Hz. Muhammed / şehîr / شهير Ünlü, tanınmış. Ünlü, meşhur. Arapçaşehleb Uzun Uzun boylu amme / selâmet-i âmme Umumî esenlik, / selâs / ثلاث Üç. Arapçaselase / selâse / ثلاثه Üç. Üç. Arapçaşelvarbend / şelvârbend / شلواربند Uçkur. Farsçaşemerdel Uzun boyunlu, seri Üç defa haraç Uzun, Uzun, / سنيه Ulu, yüce. Arapçaşenşene Usul. Uzun, aliye / şeriat-i âliye Üstün, yüce, ilâhî / شرم Utanç. Utanma. Hayâ etme. Hicab etme. Farsça Utanç, utanma. Farsçaşermende / شرمنده Utanmış, mahcub. Utanılacak bir iş yapan. Farsça Utangaç. Farsçaşermendegi / şermendegî / شرمندگى Utangaçlık. Farsçaşermgin / şermgîn / شرمگين Utangaç. Utanan, hayâ eden. Farsça Utangaç. Farsçaşermnak / şermnâk / شرمناک Utangaç. Farsçaşermsar / şermsâr / شرمسار Utangaç, müstahyi, mahcub. Farsça Utangaç. Farsçaserşikeste Ucu kırılmış olan. Başı kırık. Farsçaşervat Uzun, Uzununa kesilmiş olan sahtiyan / şevâgil / شواغل Uğraşılar. Arapçasevded Ulu / شوكت Ululuk. Arapçaşevzeb Uzun, filmenam / seyr-i filmenâm Uykudaki veya rüyadaki umumi / seyr-i umumî Umumi, geniş bir / seyrfilmenâm / سير فى المنام Uyurgezer. Arapçaşibh-i beşere Üst deriye benzer teessür Üzüntü ve ıztırabın / sidretülmüntehâ / سدرة المنتها Uzayda bulunduğu varsanılan ve ötesine geçilemeyen bir ağaç. Arapçaşinas Uzun, / سنه Uyuklama, uykuya dalma başlangıcı. Uyku ile uyanıklık arası. O anda insan, sesi duyduğu halde anlamaz. Uyuklama. Arapçasinet tefevvuk Üstünlük sırrı, tevafuk Uygunluk, denklik Üstünde yemek yenilen / شهره Ünlü, şöhretli, meşhur. Ünlü. Arapçaşöhret / شهرت Ün, tanınırlık. Ün, şan. Ün. Arapçaşöhretgir / şöhretgîr Ün / şöhretşiâr / شهرت شعار Ünlü. Arapçaşugmum Uzun, / şugûl / شغول Uğraşılar. Arapçasühad Uyanık selase / şuhur-u selâse / şuhûr-u selâse Üç aylar. Üç aylar; Recep, Şaban ve Ramazan selase ve muharreme / şuhur-u selâse ve muharreme Üç aylar ve haram / şuhûruselâse Üç Ücret, ivaz. Cezâ. Karşılık. Amelin külli / şükr-ü küllî / شُكْرُ كُلِّي Umumî ve kapsamlı bir şükür. Umumi nimetler için yapılan şükür. Umumi, büyük şükür. Umumi, büyük / sülâsî Üçlü, üçe ümmet / sulehâ-yı ümmet Ümmetin salih / ثلث Üçtebir. Arapçasülta Uzun / ثُلُثْ Üçte bir. Üçte bir. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte bir hisse pay. Üçte bir, üç parçadan biri. Bir yazı çeşidi. Üçte bir. Üçte / sülüsân / ثلثلان Üçte iki. Üç kısımdan iki kısım. Üçte iki. Ferâiz ilminde yâni İslâm mîras hukûkunda üçte iki hisse pay. Üçte iki, üçte iki kısım. Üçte iki. Arapçasülüseyn Üç parçada iki parça, üç kısımda iki kısım. Üçte / şûm / شوم Uğursuz. Uğursuz, şom. Farsçaşümhut Uzun, / sun'î Uydurma, Uzak olmak. Irak layık / suret-i lâyık Uygun biçim, / süreyyâ / ثریا / ثُرَيَّا Ülker Pervin yıldızı. Yedi veya altı yıldızlardır ki; ikişer ikişer karşılıklı dururlar ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünürler. Gerdanlığa benzemesinden Felekiyâtta "Ikd-ı Süreyya" tabir edilir. Ülker yıldızı, bir yıldız topluluğu. Ülker yıldızı. Ülker takımyıldızı; yedi veya altı yıldızdan meydana gelen ve Ayın geçtiği yerlere yakın görünen bir takımyıldızı. Ülker, Pervin. Arapça Ülker takım Uzun, Ustura. Farsçasüvüm Üçüncü. Farsçata'mim / ta'mîm / تَعْم۪يمْ Umumileştirme. Herkese bildirme. Umumileştirme, herkese bildirme, genelge. / ta'rîz Üstü kapalı ve dokunaklı söz; kapalı îtirâz etmek; bir tarafı gösterip diğer tarafı kasd eşraf Ümera, yüksek tüccar, köy a'yanı gibi şerefli kimseler hakkındaki ta'zirdi ki, ya bilvasıta ilâm suretiyle veya mahkemeye celbedilerek bilmuvacehe ihtar suretiyle / تعهد / تَعَهُّدْ Üstlenme. Arapça Taahhüd etmek Üstlenmek. Arapça Üzerine / تَعَمُّمْ Umumileşme, genelleşme. Uzuv peydâ etme. havas / tabaka-i havâs / طَبَقَۀِ خَوَاصْ Üst / tâbi etmek / tâbi etmek olma / tâbi olma olmak / tâbi olmak / tâbi' / تَابِعْ / tâbiiyyet / تابعيت Uyruk. Arapçatabu Uğursuz, hakkında konuşmaktan Üşenme, gevşek Üstünlük / tafdîl / تَفْض۪يلْ Üstün tutma. Üstün tutma. Üstün etmek Üstün / tafsîl Uzun uzadıya anlatma. Uzun uzadıya, etraflıca Uzun uzadıya, tafsilâtlı Üstün gelme, zorbalık, / tahaşşî / تخشى Ürperme. Arapçatahassul Ufak etmek. / tahrîf / تحریف Üstünde kalem oynatarak bozma, asıl anlamını bozma. Arapçatahsib Ufak taşları mescide veya başka yere Üzerinden zaman Uymak, iktida Üzüm çekirdeği. Farsçatamim / tâmîm Umumileştirme, genelleme; bir hükmü aynı cinsin bütün fertlerine Ufak fırın, ekmek pişirilen Uzak Üzümü ekmekle etmek Uzaklaştırmak, umumi / tarih-i umumî Umumî zımniye / târizat-ı zımniye Üstü kapalı ve dolaylı ifadelerle saldırma, tenkit tatbik Uygulama / tasniât Uydurma / تصویب Uygun bulma, onaylama. Uygun görme. Uygun görme. Arapça Tasvîb edilmek Uygun görülmek. Arapça Tasvîb etmek Uygun görmek. Arapça Tasvîb olunmak Uygun görülmek. Arapçatasvip Uygun / tatbîk / تطبيق / تَطْب۪يقْ Uygulama. Uygulama. Uygulama. Arapça etme etmek olunma hareket Uygun / tatbîkan / تطبيقا Uygulayarak. Arapçatatbikat / tatbîkî / تطبيقى Uygulamalı. Arapçatatvil / tatvîl / تطویل Uzatma. Uzatılma. Uzatma. Uzatma. Arapçatatvil-i kelam / tatvil-i kelâm Uzun konuşma. Sözü umre / tavâf-ı umre Umreye niyet edenin yedi defâ yaptığı / tavîl Uçma, / tayerân Uçma, uçuş. ederken Uçarken, etmek Uğursuzluğa / tayyâr / طيار Uçan. Uçucu. Uçma kabiliyeti olan. Havaya kalbolup gaib olan. Uçan. Uçucu. Uçucu. Arapçatayyare / tayyâre / طياره / طَيَّارَه Uçak. Uçak. Uçak. Arapça arz Uzayda uçak gibi uçan beşer Uçak / te'lifbîn / تأليف بين Uzlaştırıcı, birleşirici. Arapça - Farsçatearüf-ü amme / tearüf-ü âmme Umumun anlayacağı tarz, umumun bilgi ve idrak Uyruk, bir idarecinin yönettiği / teb'îd Uzaklaştırma. Bir yerden bir yere sürme, kovma. / tebâ Ümmet, halk. / تبعه Uyruk, uyanlar. Uyruk, teba. Arapçatebaiyyet / tebâiyyet / تبعيت Uyma, tabi olma. İtaat, inkıyad ve imtisal etme. Uyma. Uyrukluk. Arapçatebaiyyeten / تبعية Uyarak. Arapçatebaud / tebâud Uzaklaşma. / tebâüd / تباعد Uzaklaşma. Arapça Tebâüd etmek Uzaklaşmak. Arapçatebaud eden / tebâud eden / tebâyün Uymazlık, / tebcîl / تبجيل Ululama. Arapça Tebcîl edilmek Ululanmak. Arapça Tebcîl etmek Ululamak. Arapçatebe'an / تبعا Uyarak. Arapçatebean / teberrâ / تبرا Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme. Uzak durma. Arapçateberri / teberrî Uzaklaşma; mensubiyeti, hürmeti reddetme, kabul etmeme. Uzaklaşmak, uzak etmek / teberrî etmek Uğurlu ve mübarek olarak. Bereket mevzuu / tebhâl / تبخال Uçuk. Arapçatebid / tebîd / teblîğ / تَبْل۪يغْ Ulaştırma, bildirme, ilâhî emirleri insanlara anlatma. Ulaştırma, Uzak olma. Yerinden bir tarafa amme / tecellî-i âmme Umumî tecellî; Cenâb-ı Hakkın bütün mahlukatı kuşatan isimlerine ait büyük tecelliler, Ululanmak, Uzak durma, Usûlüne uygun / tedellî Uzanıp aşağıya inme, / تأدب Utanma, terbiye ile çekinme. Arapça Teeddüb etmek Utanmak. Arapçateellüm Üzüntü, acı / تأسف / تَأَسُّفْ Üzülme, hayıflanma. Arapça Teessüf etmek Üzülmek, hayıflanmak. Arapça eden etme etmek / تَأَثُّرْ Üzüntü. / teessürât Üzüntüler. Üzüntüler. Üstünlük / تفوق Üstünlük. Arapçatefazzul / تفضل Üstünlük taslama. Arapçatefevvuk / تفوق / تَفَوُّقْ Üstünlük. Üstün gelme. Üstünlük. Fâik ve daha büyük olma. Üstün gelme. Üstünlük. Arapça Üstün eden Üstün Üst dudağın ortasında olan Ürkütmek. Ufak ufak / تخلف Uygunsuzluk, uymama. Arapçatehalüf Uymama, Uzaklaşmak. Irak / tekâsül / تكاسل Üşenmek. Gevşeklik. İhtimamsız davranmak. Tembellik. Üşenme, tembellik. Üşengeçlik, tembellik. Arapçatekasüli / tekâsülî Üşenmekle Uyarma, / tekdirât Uyarmalar, / تَكَفُّلْ Üzerine Ulaşmak, Üzülme, acı / telhkâm / تلخكام Üzgün, acılı. Farsçatelkin-i ümmet / telkîn-i ümmet / تَلْقِينْ اُمَّتْ Ümmete fikir / temâdî / تمادی Uzama, sürme. Arapça Temâdî etmek Uzamak, sürmek, devam etmek. Arapçatemayüzü Üstün olan / temcîd / تمجيد Ululama. Arapçatemdid Uzanan hatlar, / تمدن Uygarlık. Arapça Temeddün eylemek Uygarlaşmak. Arapçatemsil-i dürbini / temsil-i dürbinî Uzağı yakınlaştıran kıyaslama tarzında olan Uzak olmak, / tenâsi Unutmuş görünmek. Unutmak. Kendini unutmuş gibi göstermek. Unutmaya çalışma. / tenâsüb Uygunluk. / tenâsül / تناسل / تَنَاسُلْ Üreme, nesil yetiştirme. Üreme, üreyiş. Arapça / tenâsülî / تناسلى Üreyiş ile ilgili. Arapçatenasüplü Uyarma, / tenbîhât / تنبيهات Uyarılar, tembihler. Arapçatenebbüh Uyanmak. Kendine gelmek. Aklını başına getirmek. Uyanış; filizlenip hayat belirtisi kazanma. Uyuklama, pinekleme. intibah Uyanışdaki nurlanma, Uygulama, Uç, / tensîb / تنسيب Uygun görme. Uygun görmek. Münasib kılmak. Uygun görme. Uygun görme. Arapça Tensîb edilmek Uygun görülmek. Arapça Tensîb etmek Uygun görmek. Arapçatensip Uygun görme, münâsip / tenvîm / تنویم Uyutmak. Hipnotize etmek. Birisini uyur bulmak. Uyutma, uyuşturma. Uyutma. Uyutma. Arapçatenvim edilen Üstün tutmak. Bir şeyi diğerinden fazla beğenmek, fazla itibar etmek. Üstün tutma, Üstün tutarak, Ümitli olma, / terdestî Ustalık, el yatkınlığı, mahâret. Farsçatereccuh Üstün olmak. Bir tarafa meyletme. Üstün gelme .tereccüh / تَرَجُّحْ Üstün gelme. Üstün etme Üstün gelme, ağır / tergîb Ümitlendirme, isteklendirme, şevklendirme, rağbet ettirme, terk Ucbe ve fahre girmemek için terkettiklerini de sahibi / tertîb sâhibi Üzerinde kazâya kalmış namaz borcu bulunmayan veya kazâya kalmış namazların toplamı beş vakti geçmemiş bulunan ve namazda sırayı gözetmesi gereken Ulaşmak, verme / tesellî verme Üzüntüyü hafifletme, acıyı dindirme, Üşenme, kayıtsızlık, tembellik. üslup / tesir-i üslûp Üslûbun / teslîs / تثليث Üçleme. Hristiyanların sonradan uydurdukları ve dinlerinin esasında olmayan bir akidedir ki; bazılarının hâşâ, Cenab-ı Hakk Üçdür, bazıları da Üçü birdir diyerek, Allah'a şerik ve ortak tanımaları. Cenab-ı Hakk'ı Üç Unsurdur diye tevehhüm etmeleri. Ekanim-i selâse de denir. Üçleme, ekanim-i selâse, Allah'ı üç olarak kabul eden ve sonradan uydurulan hıristiyan inancı. Üçleme; Hıristiyanların tanrı üçtür veya tanrı üç unsurdan Baba-Oğul-Rûh-ul-kudüsten meydana gelmiştir şeklinde kabûl ettikleri bozuk inanış. Trinite. Üçleme. Arapçateslis akidesi / teslis akîdesi Üçleme; Hıristiyanların Allah'ın baba, oğul ve mukaddes ruh olmak üzere üç varlıktan mürekkep olduğuna / teşyî Uğurlama, vefat eden kişinin defnedilmesi. Uğurlama, yolcu / teşyî' / تشييع / تَشْي۪يعْ Uğurlama. Selametleme. Uğurlama. Arapça Teşyî' edilmek Uğurlanmak. Arapça Teşyî' etmek Uğurlamak. Arapça / tetâbuk / تطابق Uygunluk. Uyma, uygun düşme. Arapça Tetâbuk etmek Uymak, uygun düşmek. Arapçatetabukat / tetâbukât / tetâvül Uğursuzluk, uğursuzluğa / tevâfuk / توافق Uygunluk. Uygun gelme. Arapçatevafuk etme Uygunluk, denk / tevâfukat / tevâfukât Uygun düşmeler, denk olmalar. / tevâli Uzayıp gitmek, devam etmek. Birbiri ardınca sıra ile gelmek. Sürmek. Uzayıp gitme, birbirinin ardından gelme. Uzama, eden / tevâli eden Uzayıp giden, devam amme / teveccüh-ü âmme / تَوَجُّهِ عَامَّه Umumun kabûlle umumi / teveccüh-ü umumî Umumun alâkası, / توفيق / tevfîk / تَوْف۪يقْ Uygun kılma, başarılı kılma. Uygun hareket Uygun hareket eden Uygun davranışta / tevfîkan Uygun olarak. Uygun olarak. Uyarak. / tevhîş Ürkütme, kaçırma, korkutma. Ürkütüp kaçırma. Ürkütme, / تيقظ / تَيَقُّظْ Uyanıklık. Uyanıklık, tedbir. Uyanıklık. Uyanıklık. Arapça Uyanık / تيمم Uğur sayma. Uğur sayma. Arapçateyemmünen Uğur sayarak. Teyemmün Uzak Unuttuktan sonra birşeyi tekrar Üstüne Uyum, uygunluk. İki zıt olayın ortak özelliğini ifade Üzerinde güneş doğan / tilâvet / تِلَاوَتْ Usûlünce Ufak Uzun / tûl Uzunluk, emel / tûl-i emel Uzun emel, büyük, aşırı arzu ve istek. Uzun emel; zevk ve safâ sürmek için çok yaşama arzusu. İbâdet yapmak için çok yaşamağı istemek tûl-i emel ömür / tûl-ü ömür / طُولُ عُمُرْ Uzun ömür / طُولُ عُمُرْ Uzun / tûlânî / طولانى Uzunluğuna. Arapçatulen Uzunlukça. Uzunluk cihetinden. Uzun boylu ince / ابهت Ululuk, büyüklük, azamet. Ululuk. Arapçaübud / ücrâ Uzak, pek / ücûr / اجور Ücretler. Arapçaücurat / ücûrât / اجورات Ücretler. Arapçaudi / ûdî / عودی Ud sanatçısı. Arapçaufk / ufkî Ufka ait, / افق Ufuk. Arapçaufure Üzerinde her ne varsa yenilip hiç bir şey kalmayan muharebesi Uhud, Medine-i Münevvere'nin bir mil kuzeyinde kırmızı bir dağ olup, Hz. Peygamberimizin ashâbıyla Kureyşliler arasında vuku bulmuş olan Uhud Gazasıyla gazası, hicretten 2 sene 6 ay 7 gün sonra olmuştur. Bunun zahirî sebebi Daha evvel yapılmış olan Bedir Gazasında Kureyşlileukad Ukdeler, Ülfet eden. Ülfet edici. Farsçaulviyet Ulvilik, yücelik, yükseklik, üslup / ulviyet-i üslûp Üsluptaki güzellik, Usûl, âdet, / امم Ümmetler, milletler. Ümmetler. Arapçaümid / ümîd / اميد Ummak. Emel. Arzu. İntizar. Umut. Rica. Farsça Umut. Umut, ümit. Ümit, umut. Farsça Ümîd etmek Umutlanmak. Farsçaümidbahş / ümîdbahş / اميدبخش Ümitlendiren, ümit veren. Farsça Ümit verici. Farsçaümidbahşi / ümîdbahşî / اميدبخشى Ümit verme. Farsçaümidbeste Ümitlenmiş, ümit bağlamış. Farsçaümidkarane / ümidkârâne Ümit / ümidvâr / ümîdvâr / اميدوار Ümitli. Ümitli. Ümit besleyen. Farsça Ümitli. Farsçaümidvari / ümîdvârî / اميدواری Ümitli olma. Farsçaümitkarane / ümitkârâne / ümitvâr Ümitli, tarik / ümm-üt tarîk Ulu yol. Yüce / امت Ümmet, bir peygambere bağlı olanlar. Arapçaümmeti / ümmetî / اُمَّت۪ي Ümmetim! ümmeti / ümmetî, ümmetî Ümmetim, ümmetim!.ümmid / ümmîd / اميد Ummak, arzu, istek. Sebeblere yapıştıktan sonra iyi netice beklemek. Ümit. Farsçaümmiyet / ümmîyet Ümmi oluş. Ümmi kimsenin hali. Okur-yazarlığı olmamak. / اميت Ümmîlik, hiç okuma yazma bilmeyen. Arapçaumum Umumi olmak. Hep, bütün, cümle, / umumî Umumî, herkese ait, herkesle ilgili, Umumilik, Umumi olarak. Genel / umûmü'l-belvâ Umuma yayılmış, genelleşmiş belâ; kaçınılması mümkün olmayan umumî selase / umur-u selâse Üç husus, üç / unsurî Unsurla / unsûriyet Unsurluk, Uyuz Uzunluğu on zira' miktarı ineb Üzüm suyu. Uğraşılacak iş. Ululuk, büyüklük, şan ü şeref. Farsçaüslubperest / üslûbperest Üslûba aşırı / üslûbşiken Üslûbu / üstadâne / üstâdâne / استادانه Üstâda yakışır surette. Ustaca. Farsça Üstad gibi. Ustaca, maharetli bir şekilde. Ustaca. Farsçaüstadi / üstadî Üstadlık, ustalık. Farsçaüstadiyet Üstadlık; eğitici ve öğretici olma / استره Ustura. Farsça Ustura. Farsçausuli / usûlî Usûlle Üzerinde ziynet eşyası olmayan / üveysî Üstâdı, hocası olsun olmasın, hayatta veya vefât etmiş bir büyüğün rûhâniyetinden istifâde ederek, terbiye görerek yetişen, olgunlaşan kimse. Bu şekilde yetişme yoluna üveysîlik denir. üzeyr Üzeyr Ululanma, Uzuv, Uzuv oluş. Canlılık. Canlı uzva / وَحْشَتْ Ürkütücü yabanilik. Ürküntü, / vahşetgâh Ürkütücü Ürküntü ve yalnızlık veren umumi / vâiz-i umumî Umumî, genel muhalif / vâkıa muhalif Uygun olmayan, olması gerekenden aykırılık münasip Uygun kılma Uzak kılma, Uçurum, / vâsıl / واصل / وَاصِلْ Ulaşan, erişen, kavuşan. Hakka vâsıl olan. Ulaşmış, kavuşmuş. Ulaşan, erişen, kavuşan. Ulaşan, kavuşan, gelen. Arapça Vâsıl olmak Ulaşmak, kavuşmak. Arapça olan olma / vâsıl olma Ulaşma, olmak Ulaşmak, galebe Üstünlük nakl-i hüzün ve elem ve gam Üzüntü, acı ve sıkıntıya sebep nesil Üreme / وصال Ulaştıran, vasleden. Birleştiren. Ulaştıran. Arapçavazife-i zimmet Üstlenilen vazife, yüklenilen naimane / vaziyet-i nâimane Uyku Ürkme, korkma, muvafakat Uygun muvafakat / vech-i muvâfakat / وَجْهِ مُوَافَقَتْ Uygunluk tatbik Uygulama yönü, tatbik Uygulama tevfik Uygunluk müselles Üçlü vefk; bir âyet veya ibarenin ebced ve cifir değerleri esas alınarak, dağıtıldığı ve üç rakamının karesi biçiminde dokuz küçük kareden oluşan tılsımlı kare Ufak Ulaşmak, Ulaşmak, Üzüntü ile ağlama. Ağlayıp nakliye / vesâit-i nakliye Ulaşım Uyuklayan, uykusu gelmiş / vusûl / وصول / وُصُولْ Ulaşma, erişme, varma, yetişme. Ulaşma. Ulaşma, gelme. Arapça Vusûl eylemek Gelmek, ulaşmak. Arapça / yâis / یائس Umutsuz. Arapçayakaza / يَقَظَه / یقظه Uyanıklık, dikkatli olma, uyku ile uyanıklık arasındaki hal. Uyanıklık hali. Uyanıklık. Uyanıklık. Arapçayakazaten / يَقَظَةً Uyanık olarak. Uyanık Uyanıklık. Dikkatte / yakzân / يَقْظَانْ / یقظان Uyanık. Uyanık. Uyanık. Uyanık. Arapçayakzaten Uyanık olarak. Şuurlu ve dikkatli / يَأْسْ / یأس Ümitsizlik, ümîd kesmek. Ümitsizlik. Ümidsizlik. Umutsuzluk. Arapçaye's-aver Ümitsizlik veren. Me'yus eden. Farsçaye'sefza / ye'sefzâ / یأس افزا Üzücü. Arapça - Farsçayed-i tula / yed-i tûlâ Uzun / يأس / يَأِسْ Ümitsizlik. Ümitsizlik. / yeldâ / یلدا Uzun. Farsça Uzun. Farsçayelel Üst dişlerin kısa hüşyar Uyanık Uydurma bir / یمن Uğur, bereket. Uğur. Arapçayümni / yümnî / یمنى Uğura, berekete ait. Uğurlu. Uğurlu. Arapçazafer / ظفر Üstünlük kazanma. Arapçazaferyab / zaferyâb / ظفریاب Üstünlük kazanan, muzaffer olan. Arapça - Farsça Zaferyâb olmak Üstünlük kazanmak, muzaffer olmak. Arapça - Farsçazahzah Uzak, amel Üzerine alma. Deruhde etme. galibi / zann-ı galibî Üstün gelen galip Üstün gelen amm / zarar-ı âmm Umumla ilgili üstadane / zât-ı üstadâne Üstadın / zebânzed / زبانزد Ünlü, dillerde dolaşan. Farsçazebb Üzüm / زبر Üst. Farsça Üst. Farsçazeberin Üstteki. Farsçazebib / zebîb Uzun Unutmayan. Hâfızası zımni / zemm-i zımnî / ذَمِّ ضِمْنِي Üstü kapalı Usfur çiçeğinin evvel çıkan sarı Ufak kayık. Ufak sandal. Farsça

üzülme ye se kapılma ayeti